Mart 28, 2024

ektiğimizi biçeriz

ektiğimizi biçeriz

Bu bilge şifacılarla ilk defa Tokdjalung Bölgesinde karşılaştım. Tokdjalung’da yaşanan olayda dağda kopan bir taş oradan geçen bir geçen bir Tibetliyi az kalsın öldürecekti. Fakat genç bir adam son anda adamı kenara iterek onun hayatını kurtardı. Ne yazık ki genç adam bir başkasını kurtarmakla öyle meşguldü ki kendi güvenliğini tamamen unutmuştu. Büyük kayanın ardından düşen daha küçük bir kaya sağ omuzundan bileğe kadar yırttı. Kolunda en az yirmi santimetre uzunluğunda dev bir yara açıldı.


Zavallı çocuk büyük bir acı çekiyordu. Hemen yanındaki insanlar onun yanına varamadan, bütün kıyafeti akan kana bulandı.
Hiç kimsenin üzerinde pansuman olarak kullanılabilecek bir şey yoktu. Tibet kıyafetimin göğüs cebinde taşıdığım radyo-aktif toprağı çıkarmak, toprağı taranın üzerine bastırmak ve ardından bez parçalarıyla basit bir sargı yapmak içi harekete geçtiğimde kazaya tanık olan başka bir Tibetli tarafından durduruldum. Onun üstünün başının pırıl pırıl olduğunu –Tibet’de çok nadir karşılaşılan bir şeydir-, soylu, fakat mütevazı bir havaya sahip olduğunu hemen fark ettim. Bütün büyük adamlarda görülen bir özellik, bilinçli erk ve mütevazılığın bileşimi onda da vardı.
“Dur, bırak ben yapayım,” dediğinde, ses kulağa hafif tonlu bir müdahale gibi geldi, fakat billur berraklığındaki sesi insanın dosdoğru kalbine işliyordu.Acı içinde kıvranan gencin yanına gitti. Hafifçe onun saçlarına ve alnına dokundu. Yaralını vücudundan kan fışkırıyordu, fakat Tibetli buna dikkat etmiyor gibiydi. Büyük bir şefkatle Tibetli çocuğun saçını okşamaya devam etti. Acı sanki büyülü bir dokunuşla yok olmuş olmalıydı. Çünkü birkaç saniye önce acı çığlıkları atan çocuk, yukarı baktı ve gülümsedi.
Bundan sonra Tibetli kolu tuttu ve eliyle kolu sıvadı. Yaraya gerçekten dokundu mu, yoksa onun iki santimetre üstünden elini şöyle bir geçirdi mi, bulunduğum yerden göremedim. Her ne olursa olsun, kanama hemen durdu. Sonra şifacı diğer Tibetlilerde rastlanmayan temizlikteki tek parçadan ibaret elbisesinden bir parça bez kopardı. Bu bezle yarayı sardı. Genç adam gülümsemeye devam ediyordu. Bütün acı sanki büyüyle yok olmuştu.

Gözleri ışıl ışıl parlayan bu adam “şimdi benim sevgili çocuğum” dedi, “git. Eğer kalbini temiz tutarsan – ki bu konuda senden kuşku duymuyorum- yaran iki günde iyileşir.”
“Teşekkür ederim”, diye kekeledi genç adam.
“Bana teşekkür etme,” dedi şifacı, “kendine teşekkür et. Seni iyileştiren sevgidir. Sana sevgi verilmiş. Bu sevgi sana yardım etti. Öyle bir şekilde yaşa ki sana yardım ettiğime pişman olmayayım. Kale-peb.*”
Bu kelimeler sonsuz bir iyilik ve sevgiyle söylenmişti, ama aynı zamanda bir emirdi. Genç uzaklaşırken yanaklarından minnettarlık ve sevinç gözyaşları dökülüyordu.
Tuhaftır ki Tibetliler sık sık sevinç ve acıma gözyaşları dökseler de nadiren acı gözyaşı döküp üzüntü ve zihinsel sıkıntı belirtileri gösterirler.

Diğer Tibetliler tek kelime bile etmemişti. Kutsal adama bakmaya bile cesaret edemiyorlardı ve o “hoşça kal” dediğinde hepsi heyecanlandı ve korkuyla titreyerek uzaklaştı.
Nerdeyse mucizevi olan bu iyileşme gösterisine kalan tek kişi bendim.

Biraz daha yakınıma geldi. Güzel gözlerinden kıvılcımlar çıkıyordu. Onların içine baktığımda geçmişi, geleceği unuttum ve yoğun bir biçimde şimdinin bilincine vardım.
Gülümseyerek “benden iyi bir doktor olurdu, değil mi?” diye sordu.
Ne tuhaf! Birkaç saniye önce zihnimden geçen düşüncelerdi bunlar.
“Evet,” dedim. İnsanların düşüncelerini okuyan bir kişinin karşısında sağır ve dilsiz rolünü oynamanın faydası neydi?
“Oysa insanları nadiren iyileştiririm,” diye devam etti. “Örneğin aşırı yeme yüzünden hasta olmuş bir insanı iyileştirmenin faydası ne olabilir ki? Laf aramızda Tibetlilerin Batılılar gibi aşırı yeme alışkanlıkları yoktur.” Gözlerimin içine baktı.
İster istemez biraz korkmuştum.
“Korkmana gerek yok,” dedi, “seni asla ele vermem. Benim gibi insanlar pek ihanet etmezler.”
Teskin olmuştum.
“Eh,” diye devam etti, “eğer adamın iyileşir iyileşmez aşırı yemeyeceğini bilirsem, çok yemekten hastalanan birini de tedavi edebilirim. Onlara yapılan yardımı başkalarına ve kendi zavallı bedenlerine daha zararlı olacak şekilde kullanan insanlar var dünyada. Fakat,” diye ekledi, “istisnalar vardır. Az önce birini iyileştirdim. Sen de gördün.”
“Genç adama yardım ettin,” dedim. “Onun kurtardığı adama da yardım eder miydin?”
“Sakın benim zalim olduğumu sanma, fakat ona yardım etmezdim.”
“Bu söylediğin doğru olamaz.”
“Her söylediğim doğrudur.”
“Sizce bu zalimce ve şefkatsiz bir tutum değil mi?”
“Yüzeysel bakarsan, öyle görünür. Fakat gerçekte öyle değildir. Başımıza gelen bütün talihsizlikler kendi eserimizdir, kötü düşünceler de kötü eylemlerin sonuçlarıdır. Ektiğimizi biçeriz. Taşın hedef aldığı bu adam bu sefer kurtarıldı, fakat eninde sonunda tekrar aynı durumu yaşayacaktır. Bu hayatta olmazsa, başka bir hayatta olur.”
Bu adamı çok iyi anlamıştım. Kimi zaman koca bir cümlede iki veya üç kelimeden fazlasını anlamıyordum., buna rağmen söylediği her şeyi anlamıştım.
“Kötülükle savaşmamız yanlış mı? Mesela savaşa karşı mücadele etmeyelim mi?”
“Savaş insan bencilliğinin, şer düşüncelerin sonucudur,” diye yanıtladı. “Birçok insanın yüreğinde savaş vardır. Dilleri barıştan bahseder, fakat etrafındaki, yakınlarındaki insanlarla şu ya da bu şekilde sürekli çekişme halindedirler. Eğer insanlar korktukları için savaşa karşıysalar, direnişlerinin hiçbir değeri yoktur. Belirtilerle savaşmayalım, kalbimizi değiştirelim” Theodor Illion, Gizli Tibet

 

 

Benzer yazılar

Yorum yazılmamış.