Nisan 20, 2024

Uçsuz Bucaksız Koku dünyasında bir gezinti

Uçsuz Bucaksız Koku dünyasında bir gezinti

Hiç düşündünüz mü acaba yaşamınızda ne kadar yer alıyor “koku” algısı? Denizin iyot kokusu, çam kokusu, evde pişen yemek kokusu, temizlik kokusu ya da kalabalık metropollerde sıkıştığımız otobüslerdeki ter kokusu…. Bunların elbet çoğumuz farkında… Ancak yaşamımızı gerçekleştirirken kokuların bizleri yönetip yönlendirdiğinin ne kadar farkındayız çoğumuz? Sürdüğümüz parfümden beden kokumuza; temizlik malzemelerinden başlayarak, paket gıda ürünlerdeki kokulara, ortam kokularından, koku hastalıklarına yüzyıllardır insanoğlunun makro bir koku evreninde yaşayan mikro bir koku evreni olduğunun ne kadar farkındayız?

Bu konudaki ilk farkındalık anımı kuzenimle Taksim’in arka sokaklarında gittiğimiz bir yerden dönerken yaşadım. “Sanırım yanlış sokağa saptık” dedim, tanıdık gelmeyince etraftaki görüntü. “Bence de” diye cevapladı. “Gelirken bu kokulardan geçmedik”. Bir yolu, bir adresi kokusunu takip ederek bulmayı hiç düşünmemiştim o güne kadar. Hiç dikkat etmemiştim.

Koku dünyası ile ilk tanışma

Görüştüğümüz sırada “Misk kokulu” kitabını yayına hazırlamakta olan Bihter Türkan Ergül koku algısı hassas bir “burun”. Garip geliyor değil mi? Sanki bedeninin diğer hiç bir yanı önemli değilmiş gibi. Biraz da öyle zaten. Lezzetini çok sevdiği bir yemeği sırf kokusu yüzünden elinin tersi ile ittiğini çok iyi bilen biri o. Beşiktaş’taki atölyesinde kişiye özel parfümler hazırlıyor.

“Annemin babaannesi Ayşe 108 yaşına kadar yaşamıştı. Çok iyi hatırlıyorum; çiçeklerle, bitkilerle kremlerle, doğa, börtü böcekle haşır neşirdi. Savaş sırasında bizim köye baskınlar olduğunda çok yaralıyı iyileştirmiş. Annem de, anneannem de bana burnumun ve bu merakımın ondan geldiğini söylerler. Ayşe öldüğünde ya 7 ya 8 yaşındaydım. Şöyle bir sahne hatırlıyorum: kış aylarında kazanlar çarşaflar fanilalar gibi beyazları kaynatırken içlerine portakal kabuğu atarlardı. Güzel koksun diye. Şimdi bakıyorsunuz portakal, mandalina, limon kaygıyı azaltma özelliğine sahip neşe ve coşku katarak size enerji verip sizi güne hazırlıyor. Çarşaflara bunları sindirirseniz sabah yataktan dinç kalkıyorsunuz. Hiç birinin tesadüf olabileceğine inanmıyorum.” Tutankamun’un mezarı açıldığında üzerinden 3500 yıl geçmesine rağmen kavanozlar içinde halen süsen ve yasemin kokuları bulunduğunu da anlatıyor Bihter. Onlar ölümden sonra dirilmeye inandıkları için özel eşyalarının yanında kremlerini parfümlerini de mezarlarına koyuyorlardı. Mimar Sinan’ın eserlerinin çizimlerine başlamadan önce, eline portakal, mandalina, greyfurt sıktığını anlatıyor. Hafızayı arttırdığı gibi, dinginlik ve dikkati de arttırırmış. “Böylesi güçleri var kokuların” diye devam ediyor Bihter. “Bununla ilgili mesela Evliya Çelebi’nin yazdığına göre dünya tarihinde ruh ve sinir hastalıkları hastanesi de ilk olarak Edirne’de kuruldu. İkinci Beyazıt Külliyesi. Buradaki tedavi yöntemi su , müzik ve koku. Örneğin raks makamının karşısında kekik, nane, biberiye ve kişniş var. Yürek ağrısı, o günkü belirtileriyle bugünkü tıp bilimdeki adıyla panik atak için. Mesela ırak makamının karşısında farklı, raks makamının karşısında farklı, her makamın karşısında farklı koku formülleri varmış.”

Bir kıyafet giyer gibi koku giyiyoruz.

Bugün biz kokuyu sadece şöyle biliyoruz: bir kıyafet giyer gibi koku giyiyoruz “marka” diye. Oysa tarihte asla böyle değil. Çünkü koku insanı direkt ilgilendiren bir şey. Yani koku direkt beyni ilgilendiren bir şey. Diğer duyular gibi değil. Kokuyu bugün her şeyde kullanıyoruz. Her şeyi kokulandırdık ama sentetik. Ve dolayısıyla bir sürü hastalıklar ortaya çıkıyor” diye söze giriyor Cerrahpaşa’da görüştüğümüz Prof. Dr Ayten Altıtaş. O 35 senelik bir tıp tarihçisi. Aynı zamanda Aromaterapi Derneğinin başkanı. Akademik yayınlarının yanı sıra özel ilgi alanı olan güller konusunda da kitapları kitapçı raflarında yerini almış.

Benim kokuyla ilgilenmem gülün bir ilaç olduğunu fark etmemle başladı. Eski tıp tarihinde, bütün coğrafyalarda binlerce senelik eski tıp vardı. 150 senelik de yeni tıp -bugünkü tıp- var. Gene bütün dünyadan. Dolayısıyla eski tıbbı iyi biliyorum orada kokunun tedavide inanılmaz önemli bir yeri olduğunu biliyorum.”

Eski tıpta insan bedeninin bir mizaç olduğu düşünülüyor, insan bedeninin zamanla değişken özellikleri, nitelikleri var. Kokunun da kişinin bu niteliklere uygun olarak kullanılması söz konusu. Çok basit bir misal. Gençlik çağında kişinin kanı çok ısınır. Delikanlı deriz. Bu nedenle o çocuğa asla sıcak nitelikteki yemek, sıcak nitelikteki koku verilmemesi lazım. Yoksa onu hastalandırırsınız. Kanını soğutucu kokularla dengelemeniz gerekir. Yaşlılar ise, yaşlandıkça kurur ve soğur. O zaman sıcak ve nemli kokularla tedavi ederler. Yaşlıların yedikleri, içtikleri, sürdükleri kokular özellikle kokuyla onları gençleştirmeye çalışırlardı. Ve bu inanılmaz bir bilgi birikimidir.

Kokunun hastalıkları tedavisinde kullanırken daha çok ruhsal hastalıklar için mi?
Hayır. her türlü hastalık. Mesela bebek doğduğu andan itibaren yağla masaj yaparlardı. Bebek ilk doğduğu zamanlar sıcaktır, dolayısıyla masaj yağına soğuk etkili kokular koyarak bebeği rahatlatırlar. Ağlamaz, hazımsızlık çekmez. Biraz büyüdükten sonra başka niteliğe döner bebek, o zaman yağına, banyosuna koyacağınız şey başkadır. Yaşlılarda tamamen başka. Mesela dediğim gibi sıcak nitelikteki kokuları (tarçın, karanfil gibi kokular sıcak nitelikte) yaşlılıkta çok kullanmak lazım. Yemeklerine, her şeylerine onu koymak lazım. Gül, menekşe limon kokusu gibi kokular da soğuk niteliktedir.

Mesela, kara sevda dediğimiz nitelikteki insanların karaciğerleri kolay hastalanır. Çok yakın zamanda Amerikalı bir grup Hindistan’da eski tıp yapan yerlere gidiyor. Tamamen kapkara hastayı iki şeyle tedavi ediyorlar: Gül (macunu ve suyu) ile inci. İkisini karıştırıyor, yedirip içiriyorlar ve hastayı iyileştiriyorlar. İnciyi dövüyorlar. İnci bir ilaçtır, karaciğeri temizler. Unutmayın ki, bizim şerbetlerimiz, reçellerimiz, şuruplarımız hepsi ilaç aslıda. Tarihe baktığınızda, kahvaltı keyfi diye bir şey yok. Hem yediğiniz zaman bir sürü etken madde size geçiyor hem de kokusu ile tedavi ediyor.” Hazır paketli gıdalar, glikoz ya da çeşit çeşit sentetik madde yüklemeli ürünlerinin yerine mutfaklarımızda pişecek yemekler, şerbetler, reçeller bedenlerimizi beslerken evlerimizi de kokuları ile yuvaya dönüştürmesi boşuna değil anlaşılan.

Kokunun algı yönü
Ayakkabı boyasından öksürük şurubuna, her şeyin içinde koku var. Mesela en son çamaşır yumuşatıcı alırken ne zaman etiketin arkasını çevirip çamaşırı yumuşatan etkin maddenin ne olduğuna ve içinde ne kadar olduğuna baktınız?

Açık Radyo’da 3 yıl boyunca koku programı yapmış olan Vedat Ozan’ın Kokucuk atölyesindeyiz. Onun da kokuya ilgisi parfümle başlamış. Yıllar boyunca merakı ve ilgisi sonucunda Vedat Ozan çok zengin ve geniş bir bilgi deryası olmuş. Şimdilerde Bilgi Üniversitesinde koku üzerine bir sertifika programını gerçekleştiriyor. Koku üzerine hazırladığı kitapları yayınlamak üzere de Everest yayıncılıkla anlaştı. Parfüm kokunun veren tarafı iken, biz onunla alan tarafını algı tarafını konuştuk.

Algıya geldiğiniz zaman hakikaten parfüm buzdağının su üzerindeki ucu gibi oluyor. Alt taraf çok zengin ve çok geniş bir dünya. Dilde kokunun kullanımı var, ne bileyim ötekileştirme aracı olarak kokunun kullanımı var…

Konu aslında çok geniş. Çünkü dış dünya ile iletişim kurduğumuz 5 temel duyudan biri koku. “Beşten fazla belki ama biz 5 tanesini varsayıyoruz. O beş duyudan bir tanesi koku duygusu ve en bilinç altına ittiğiniz duyu da diyebilirim. Özellikle medeniyet ve insan olmaya başlamakla beraber görsellik ve işitsellik hakim duyular olmuş.Tat ve kokular hep ikinci planda kalmış. Koku duyusu ile ilgili gene böyle bir kimlik eşleştirmesi olmuş. Mesela toplum ataerkil bir toplumdur dolayısıyla görmek ve işitmek eril duyulardır, diğer duyular daha kadınsı duyulardır. Koklamak mesela daha alt bir şeydir onu bırakalım da kadınlar yapsın gibi mütalaa edilmiş. Ama gerçekte kadınların koku alma duygusu erkeklerden neredeyse %20-25 daha güçlü, yani eşik daha aşağıda. Erkeklerin duyamadığı kadar düşük yoğunluktaki kokuları kadınlar çok daha iyi tespit ediyorlar. Bunun da tabi biyolojik bir açıklaması var. Bundan binlerce yıl önce eş seçiminde vücut kokusunun çok büyük bir önemi varmış. Bizim vücudumuzda bağışıklık sistemimizi düzenleyen bir takım genler var. Bunların en belirgin olanı, MHC dediğimiz gen grubunun dışa vurumu, bizim vücut kokumuz olarak açığa çıkıyor. Dolayısıyla herkesin vücut kokusu -tek yumurta ikizleri hariç- birbirinden farklı. Eş seçiminde bunun şöyle bir önemi var: Bizim sağlıklı bir biyolojik sonraki nesil üretmek için yapmamız gereken bizden farklı bir gen grubuna sahip bir eş seçmemiz. Böylelikle doğacak çocuk iki farklı gen grubunun da olumlu özelliklerini alacak ve daha bağışık olarak hayatına devam edebilecek”. Binlerce yıl evvel sistem böyle kurulmuş. Bugün elbet, sosyalleşme ile birlikte çok daha farklı bir seçim söz konusu.

Koku duyusunun diğer duyulardan farkı, herhangi bir rasyonel filtreden geçmeden direkt olarak limbik sisteme erişmesi. Dolayısıyla kokuya verdiğimiz tepkiler hiç bir zaman bilinçli veya mantıklı tepkiler değil. Bir kokuyu duyduğunuz anda ister istemez yüzümüzü ekşitebiliyoruz. Veya ister istemez hafif bir gülümseme yayılabiliyor yüzümüze. Yani mantıklı bir çıkarım süreci izlemiyoruz. Bundan dolayı da, kokunun çok önemli bir avantajı (ya da baktığınız pencereye göre dezavantajı) var: kokuyu kullanarak çok kolay yönlendirilebiliyoruz. Manipüle edilme olasılığımız çok fazla. Bugün sensuel market, nöro-marketing veya duyusal pazarlama dediğimiz alanın en önemli öğelerinden birini kokunun oluşturmasının sebebi de bu. “Ama binlerce yıl öncesine gittiğimiz zaman da bunun örneklerini görüyoruz. Mesela Tevrat’ta bire bir -tabi ki ölçü gram değil- ama o dönemde kullanılan ölçü ile bu kadar bundan koy, bu kadar buna şundan koy bu yağı da götür, tapınağın en yüksek yerine yerleştir gibi bir takım ifadeler var. İslam’da ilginç bir örnek var: Evliya çelebinin hatıralarında bahsettiğine göre, bugün Diyarbakır dediğimiz bölgede İpariye Cami var. Bu camiinin minaresini inşa ederken harcın içine misk partikülleri karıştırıyorlar. Misk 100 yılı geçen bir zaman süresi boyunca kokusunu verebilen kuvvetli bir koku kaynağıdır. Bunun üzerine düşündüm niye orada kullanmış? Ve bakınca bugünkü duyusal pazarlamanın bileşenlerine geldim. Neden? Çünkü koku biliyoruz ki ısındıkça yükselen bir molekül. Şimdi adam caminin minaresine miski koymuş. Sabah ezanı güneşin doğması, ortalığın aydınlanmaya başlaması ile beraber okunuyor. Dolayısıyla siz görsel olarak o minare imgesini görüyorsunuz. Ezan okunuyor, titreşimle beraber ses olarak onu algılıyorsunuz. Bir de güneşin doğması ile hava ısındıkça miskin kokusu da ortaya çıkıyor. 5 duyunuz var, üçüne hitap eden çok teknik bir pazarlama karması aslında bu. Tabi zamanında öyle düşünülmemiş belki ama bugün baktığımızda o şekilde de analiz edebiliyoruz. Dolayısıyla tarih içinde özellikle inanç sistemlerine gittiğimizde belki de bizim bugün farkında olduğumuzdan çok daha fazla bir farkındalık mevcut olduğunu o dönemlerde görüyoruz.”


MİS GİBİ KOKMAK

Misk çok hayvansı bir kokudur. Bir cins geyiğin testislerinin hemen üzerindeki bezeden çıkan bir malzemedir misk. Hem genital bir bölgeden gelir, hem hayvansıdır; biraz vahşi ve yasak olanı çağştırır. Bu nedenle de geçmişte misk kokusu düşük hayat formları diye tanımlanan bir takım hayat formları -mesela fahişelerin ve eşcinsellerin kokusu- ile tanımlanmıştır. Putris Latinceden kök alıyor . bu meslekle eşleşip fransızca ve ispayolcada puta veya putaine’e dönüşüyor Putrid ekşi demektir. Misk de genital bölgeden geldiği için ekşi kokar. Elektriğin olmadığı orta çağlarda kendine müşteri arayan fahişelerin karanlık ortamda kendini belli edebilecek bir sinyale ihtiyacı vardı. Bu sinyali de koku ile veriyorlardı. Miske erişimi varsa, miskle, İspanya’da da neroli dediğimiz portakal çiçeği veya turunç çiçeği kokusuyla veriyorlardı. Yani bazı kokulu malzeme de kullanıcısı itibariyle bir etikete sebep oluyor. Bugün için miskte öyle bir durum yok.” Değişim sanayi devrimi sonrasında kimya sektörünün gelişmesi ile en kolay ve en ucuza üretilen yapay koku olan misk kokusunun temizlik malzemelerinde kullanılması ile başlamış.


 

 

AMAN DİKKAT
Koku alamadığınız zaman depresyona çok daha yatkınsınız.  Üstelik koku duyusunda azalma bazı önemli hastalıkların ilk semptomu.

Koku duyusunu sonradan kısmen ya da tamamen kaybedenlerin yanı sıra doğuştan hiç koku olamayanlar da olduğunu öğrenince soluğu Türkiye’deki tek koku hastalıkları uzmanı Op. Dr. Aytuğ Altundağ’ın koku laboratuvarında alıyoruz. Kendisi, dünyanın en iyi koku ve tat duyusu bozuklukları tedavi merkezi olan Almanya Dresden’deki Carl Gustav Koku Merkezi ile de çalışmış, halihazırda oradaki hocası ile birlikte Avrupa Birliği çalışmalarını sürdürdüğü gibi, Türkiye’de bir çok hastane ile birlikte çeşitli koku araştırmaları yürütüyor ve içinde olduğumuz dönemde Koku Araştırmaları Derneğini kuruyor. 5.000 kişide bir kişinin doğuştan koku alamadığı gibi, koku hücrelerinin, anne karnında, üreme ve seks hormonları ile ilgili hücrelerle aynı bölgede gelişmesi nedeniyle bu kişilerin büyük bir kısmında kısırlık sorunları olma ihtimalinin de çok yüksek olduğunu öğreniyoruz. Anozmik denilen hiç koku alamayan insanlar ev kazalarına, gıda zehirlenmelerine çok daha fazla maruz kalıyorlar. Üstelik kokunun ferahlatıcı, rahatlatıcı etkisini deneyimleyemediklerini, -lezzet algısının da yaklaşık %80 oranında koku ile bağlantılı olduğunu düşünürsek- yaşamdan tat alamadıklarını fark etmeleri de zamanla onları depresyona sürükleyebiliyor. Bu nedenle bu insanların mümkün olduğunca rehabilite edilmesi önemli. Öte yandan koku duyusu yaşam süresince sonradan da kısmen veya tamamen kaybedilebiliyor. “Burada en sık rastlanan üç neden var” diye açıklıyor Op. Dr. Aytuğ Altundağ “Üst solunum yolu enfeksiyonları ani koku kayıpları yapıyor. Siz grip oluyorsunuz. Normalde 5 ila 7 günde koku alma duyunuz geri gelir. Aradan 2-3 hafta geçiyor, hala koku alamıyorsunuz. Bir problem var. Sonra bir bakıyoruz ki virüs sizin koku soğancığınıza saldırmış, orada bir hasar bırakmış ve koku alma duyunuzu yitirmişsiniz. İkincisi kafa travmaları. Türkiye bir travma ülkesi. Trafik kazaları, işçi kazaları, yüksekten düşmeler… Özellikle son zamanlarda inşaatlarda hep yüksekten düşme yaşıyoruz. Burunla beyin arasında koku sinirlerinin geçtiği bölge çok ince bir kemik noktada. Burası kırıldığı anda o sinir lifleri kopuyor ve koku duyusunu yitiriyorlar bu insanlar. Üçüncüsü de sinüzit, polip, alerji gibi de sinonazal hastalıklar. Burunla ilgili yani koku molekülünü burunun çatı kısmındaki koku alanına ulaşmasını engelleyen tüm tıkayıcı nedenler. Biz her üç nedenle de oluşan koku hastalıklarının tedavisi ile uğraşıyoruz. Tabi daha nadir nedenler de var. Kokuyu sadece burnumuzla algılamıyoruz. Koku soğancığı dediğimiz beyin tabanına yerleşmiş çok özel bir organ var altı katmanlı ve buradan sinyalin iletildiği koku merkezi dediğimiz kokuların tanımlandığı ve hafızamızdaki kokuların adlandırıldığı bir koku bölgesi var. Hafızayla ilişkisi de buradan geliyor. Çünkü bu bölge aynı zamanda bizim hafıza bölgemize çok yakın. Alzheimer, Parkinson, MS gibi Nörolojik hastalıklarda erken tanı testidir koku testi. Yani hiç bir nörolojik bulgu ortaya çıkmadan 3 ya da 4 yıl önce hastaların koku alma yeteneklerinde azalma başlar. Ve siz bu insanların durumunu erken fark ederseniz, Parkinson tedavisine başladığınızda koku alma yeteneklerinin tekrar arttığını görürsünüz. O yüzden koku testi bu hastalıklarda erken tanı testi olarak kullanılır.

Bunlar koku duyusunun azalması ile ilgili niceliksel hastalıklar. Bir de niteliksel hastalıklar var: Kötü kokular almak, olmayan kokuları almak veya kokuları farklı almak gibi. “Hastaya siz balık kokusu koklatıyorsunuz, o portakal diyor. Bu bizim için çok daha ciddi bir durum. Beyinde bir tümör olabileceğine dair bir durum. Olmayan hayali kokuları almak, özellikle psikiyatrik hastalıklarda veya epilepsi nöbetinin başlangıcında, yani sara nöbeti gelmeden önce ortamda böyle farklı bir koku algılayabilir.”

Medeniyette ilerledikçe koku algımızı ve farklılığımızı yitirmişiz. İnsandaki 25 bin genden sadece 3 tanesi görme ile ilgili iken 857 tanesi koku ile ilgili. Ancak zaman içinde bunların çoğu inaktifleşmiş ve geriye aktif olarak çalışan 350 gen kalmış. Koku algımızın farkındalığını unutmuşuz. Yaşam içinde görme ya da işitme azalmasını çok daha çabuk fark eder, gerekli önlemleri alırken koku algımızdaki azalmaları umursamaz olmuşuz. Oysa son yapılan çalışmalar anozmik kişilerin yaşam sürelerinin koku duyusu normal olan normozmik kişilere göre daha kısa olduğunu ortaya koyuyor. Aman dikkat. Koku algımızı çalıştıralım. Sadece nefes almakla kalmayıp her gün, mümkün olan her an farkındalıkla kokuları içimize çekmeye çalışalım. Bu çalışma sırasında koku duyumuz gelişecektir. Koku duyumuzda yetersizlik ya da azalma fark ettiğimizde, bir de burada yer kıtlığından değinemiyoruz ama ağız kokumuzda ciddi değişimler olduğunda –ki bunu kendimiz pek fark edemeyebiliriz ama yakınlarımızla birbirimizi uyarmalıyız- gecikmeden bir koku hastalıkları uzmanına görünmekte ciddi yarar var.

 

 

HAHAM MENDY CHITRIK:
Yahudilikte koku önemli ama aksiyon daha önemli

“On Yıldır Türkçe Konuşuyorum” ve “Bar mı? Mitsva mı?” isimli kitapların yazarı, İstanbul’daki Aşkenaz Sinagogu hahamı Mendy Chitrik Yahudilikte koku ile ilgili sözlerine bir hikaye ile başladı.

Fakirin biri her sabah köyün fırınına gider, o muhteşem ekmek kokularını içine çekip karnını doyurduğunu hayal edermiş. Gel zaman git zaman, günlerden bir gün, fırıncı fakire seslenmiş

– Kardeşim her sabah gelip fırınımda ekmeklerimi kokluyor, hiç bir şey almadan gidiyorsun. Bundan sonra ekmeklerimi koklamak için 50 kuruş ödeyeceksin.

– Tamam, demiş fakir ve oradan ayrılmış. Ertesi sabah tekrar fırına geldiğinde, cebinden iki kuruş çıkarıp ekmekleri kokladıkça bunları birbirine çarpmaya başlamış ve fırıncıya şöyle demiş

– Her Ekmek kokusu için, para sesi ödeyeceğim.

Evet koku Yahudilikte önemli. Jerusalem’deki Büyük Mabed’e her gün iki kere tütsü olarak yakılmak üzere 11 çeşit baharat getirilirdi. Her gün iki kere, sabah ve akşam üzeri dualarında bu tütsülerin adı zikredilirdi. Zira Talmud’a göre, isimlerinin zikredilmesi tütsülerin kendilerinin getirilmesi ile aynı anlama gelir. Bu tütsü kokuları o kadar güzeldi ki yaklaşık 35 km uzaklıktaki Jericho’dan bile kokusu alınabilirdi. Büyük Oruç dediğimiz ve en kutsal gün olan Yom Kipur’da Kohen Gadol yani Baş Rahip bu kokuları Mabed’in iç kısmına getirir ve orada bu tütsüyü kurban ile sunardı. Dolayısıyla, Yahudilikte kokunun önemli bir yeri vardır. Büyük Mabed’de sunulan tüm kurbanlar “Rabbe güzel koku” idiler. Öte yandan Talmud, anlattığımız hikayede olduğu gibi, kokunun kendi başına bir değeri olmasına rağmen, yiyecek kadar değerli olmadığına işaret eder. Koku ruhaniyet anlamında değerlidir ama fiziksel değildir. Ve bu Yahudilik açısından önemli bir kavramdır. Zira Yahudilikte ruhanilik ne kadar önemli olursa olsun, aksiyon almak da çok önemlidir. Mesela, Yahudi Toplumu Tora’yı almadan evvel, babalarımız Avraham, İzak ve Yaakov’un iyi edimlerinin koku olarak tanımlandığı söylenir. Koku, iyi kokudur. Bu dünyaya iyi bir koku getirmişlerdir. Ama koku bir anda değişiverir. Koku bir gerçekliktir, ama Hakikat değildir. Bir rüzgar kokuyu alıp götürmeye yeterlidir. İyi bir davranışta bulunduğumuzda, bir iyilik yaptığımızda, fakire sadece kokusunu değil, ama ekmeğin kendisini verdiğimizde ancak doyar. Ve Yahudi ruhaniliğinden bahsediyorsak bu iyi bir dengedir. Daha iyisi ona ekmeğini kazanabileceği bir iş sağlamak olacaktır. Koku, ruhani anlamda önemlidir, ama bir Mitzva (iyi ve doğru davranış) yapmak kadar önemli değildir. Maimonides bir örnek verir: Kişi çok ruhani olduğunu düşünebilir, kendinde büyük bir aşk ve büyük bir enerji hissedebilir. Ve gerçekten aç biri ile karşılaşğında “ne kadar sıkıntı çektiğini anlıyorum” diyerek yanında oturup, omuzunu sıvazlayabilir. Öte yandan diğer bir kişi, “al bu iki kuruşu, git bir şeyler ye, seni gözüm görmesin” diye tersleyerek oradan geçip gidebilir. Biri fakiri iyi hissettirirken, diğeri kötü hissettirmiştir. Hangisi daha önemlidir? İkisi de tam değildir, eksiktir. Ancak fakir, ona kötü de davransa, ekmeği veren sayesinde karnını doyurmuştur. Niyet ne kadar iyi olursa olsun, sınırlıdır. Ve bu basit örnek Yahudi yaşamının her aşamasında önemlidir. Kişi çok iyi niyetli olabilir, meditasyon yeteneklerini geliştirebilir, sürekli dua edebilir ama asıl görevi bunu fiziksel dünyadaki davranışlarına da yansıtarak daha iyi bir dünya yaratmaya katkıda bulunmaktır.”


“Koku bir lütuf. Kokuları algılayabilmek de bir lütuf.”
Hürriyet Gazetesi’ne tasavvuf dairesinde yazıları yayınlanan Musa Dede 40 yaşlarına kadar koku ile pek ilgisi olmamasına rağmen o dönemde, ibadeti sırasında deneyimlediği vecd hallerinde koku ile ilgilenmesi gerektiğini fark edip, ustasından destur aldıktan sonra kokularla haşır neşir olmaya başlamış.

“Benim tasavvufla ilgimin ilmi bir tarafı var ama benim için birincil önemde irfan denilen damardan olan aktarım önemli. Eskiler ilim irfan derlerdi. İlim okuyarak, duyarak edinilen bilgidir dar anlamıyla. Ama onun geniş anlamına kavuşması için mutlaka irfanın da katılması gerekiyor. İrfan da deneyimle edinilen bilgi. Onun için edeben çok kendi deneyimin olmadığı şeyi fazla zikretmemek daha güzel bir yol. Çünkü öbür türlü bilmiyorsun esasında. O da bir miktar faydalı ama kibrini besleyen bir şeye dönüşmemesine dikkat etmek gerekiyor. O yüzden ben kendi yaşadıklarım üzerinden, tasavvufu da öyle yaşamaya, öyle anlamaya çalışıyorum.” Çalışmalarının onu getirdiği noktada, kendi kokularını hazırladığı gibi, bazı arkadaşlarına da koku hazırlıyor artık. Lafı uzatmadan, sözü, koku hazırlamanın ciddi bir iş olduğunu zira kokuların etkileri olduğunu ve neyin neye sebep olabileceğini bilmediğimizi hatırlatan Musa Dede’ye bırakalım:

Tasavvufi dille yaradılış anlatımlarından bir tanesi sembolik olarak şöyle: Allah önce bir nur yaratıyor. o nur bütün ruhların ve bütün varlıkların tamamını sembolize ediyor. Henüz bir ayrışma yok, fakat çok güzel ve çok parlak. Ve Allah ona nazar ediyor. Yani ona bakıyor o bakışından o nur iyice coşup, kaynamaya, fokurdamaya başlıyor. Ve terlemeye başlıyor. O terden ilk koku çıkıyor o koku da gül kokusu. Daha sonra o nurdan belli bir hiyerarşide bütün başta Hz. Muhammed ve diğer peygamberler olmak üzere bütün ruhları yaratıyor. O kokudan da tüm kokular yaratılıyor. Yani gül kokusu İslam’da kokuların anası olarak kabul ediliyor. Zaten gül Hz. Muhammedin kokusu olarak da anılır Onun teri gül kokarmış derler. O yüzden de bazan vecd hallerinde gül kokusu geldiği zaman, Hz. Muhammed ile bir yakınlık olduğuna yorulur. Ayrıca gül, kırmızı gül kalbi temsil ediyor. Allah’ın nurunun da indiği yer kalp olduğu için, gülün de orayla özdeşleşmesi gayet doğal. Nitekim kokucuların dediğine göre gül kokusu molekül zenginliği bakımından bir numara. Enerjisi de çok yüksek. Şimdi zaten şöyle bir şey var benim tecrübeme göre: madde alemi her zaman mana alemine tabidir. Yani kaba düzey ince düzeyin peşi sıra gidiyor. Dolayısıyla ince düzeyde, o enerji dediğimiz şeydeki yoğunluk kaba düzeye çıkarsa madde aleminde bir güzellik olarak tezahür ediyor. Dolayısıyla o nurun koku alemine ve orda madde alemine yolculuğunda önce gül kokusu, oradan da gül çiçeği olarak tezahür etmesi çok doğal. Manadan maddeye bu geçişte kokular tasavvufta bir ara alan gibi tasvir ediliyor. O en ince düzeyden en kaba düzeye doğru çıkarken, görünmeyenden görünür olmaya gidişinde aşamalar var. Orada kokular adeta madde alemi ile mana alemi arasındaki geçiş köprülerinden bir tanesi. Onun için İslam’da Hz. Muhammed zamanından beri, güzel koku sürünmek, sünnet ve kokularla manevi bir takım tecrübeler çok özdeşleştirilmiştir.

Hz Muhammed’in gül kokusu ile özdeşleşmesi gibi, velilerin bir çoğu da bir takım kokular kullanmış hatta o kokularla özdeşleşmiş. Çünkü her kişinin kendine göre bir kokusu var. Ve kendine yakışan kokular var. Kişilerin kokuları maneviyatlarına göre değişebiliyor. Kişinin kokusu manevi ilerleyişine göre değişebiliyor. Hep sabit bir koku diye bir şey yok. Maneviyatında ilerledikçe kokun değişiyor. Kokularla ilgilenmeye başladığım zamandan beri, bunu ben de deneyimledim. Şahit olarak söyleyebiliyorum manevi olarak günaha eğilimler, kişinin vicdanında kendini rahatsız eden şeyler, kişinin bedeninde de nahoş bir takım kokular, nispeten kekremsi, acı, ekşimsi kokular salgılatıyor. Eğer o duyarlılığın varsa bir insanın kokusundan maneviyatına dair fikir sahibi olabiliyorsun. Ve o kişide daha iyiye güzele doğru eğilim arttıkça, güzel kokuları artıyor ve o ekşi o nahoş kokular azalıyor ya da tamamen kaybolabiliyor”.

 

BUNLARI

  • İnsan günde ortalama 18-24 bin kere nefes alır. Hava %18 oranında koku hücrelerinin olduğu yere çarpar. Ama koklama davranışı ile %30-35 oranında koku o bölgeye ulaşır ve hava ile birlikte o bölgeye koku molekülleri düş
  • Yeni yayınlanan bilgilere göre insanın 1 trilyondan fazla kokuyu algılayabildiği söyleniyor.
  • İnsan vücudu kendisi de moleküllerden oluştuğu ve kendi vücudumuzda bir çok bakteri v.s gibi canlı ile beraber yaşadığımız için koku üreten bir canlıdır. Bazı cilt kanserlerinde derimizden o kanser hücresinin salgıladığı koku değiş İtalya’da yapılan bir çalışmada köpeklerle cilt kanserlerine erken tanı koymak hedeflenmişti. Köpeğin tepkisine göre cilt kanserinin evresine bakılıyordu.
  • Almanya’da yapılan bir deneyde, gül kokusunun hafızayı arttırdığı belirlenmiş. Sınava hazırlanan çocukların odalarında aromaterapi lambalarına gül yağı damlatmakta fayda var. Ayrıca doğumu kolaylaştırdığı da söyleniyor.
  • “Per fumum”, parfümün latince kökeni. Dumanla gelen demek. Tapınaklarda yakılan tütsülerden yola çıkarak oluşan bir kelime. Dolayısıyla parfüm kelimesini kullandığımız zaman aslında köken olarak bir dinsel inanışa, dini ritüellerdeki kullanıma gitmiş
  • 2009 yılında Guggenheim’da kokulu bir opera gerçekleş Müzikle birlikte koltuklarının yanlarına yerleştirilen koku hoparlörlerinden izleyicilere 6şar saniyelik sürelerle koku da verildi. Kokuların birbirine karışmasını önlemek üzere de ortama kokusuzluk kokusu verildi. Ayrıca koku daha önce 1952 yılında Maurice Lehmann tarafından sahneye konan Rameau’nun Les Indes Galantes opera/balesinde de kullanılmıştı.
  • Plasenta sıvısı ile meme ucu sıvısı aynı kokuya sahip. Doğumda bebeğin üzerinden alınan plasenta sıvısından biraz meme uçlarına sürülürse, bebeğin olası meme almama sorunu da giderilebilir.
  • Yahudilerin Sukot bayramının simgesi 2si kokulu ikisi de kokusuz otun insan hallerini simgelediğini, ancak bu bayramda bu otların özellikle koklanmaması gerekir.

BİLİYOR MUSUNUZ

 

Bir şiir ile bitirelim, Charles Beaudelaire‘den
O güzel iklimlere sürükler beni kokun
bir liman görürüm, yelken direkleriyle dolu
Tekneler, son seferin meşakkatiyle yorgun
burnuma kadar gelen hava kokular taşır
yemyeşil demirhindilerden gelen bu koku
içimde gemici şarkılarına karışır.”

Dalia MAYA
Aralık 2014

Bu yazı Şalom Derginin Aralık /2014 tarihli sayısında yayınlanmıştır. İlgilenen için link:Uçsuz bucaksız koku dünyasında bir gezinti

Benzer yazılar

Yorum yazılmamış.