Mart 28, 2024

Halfeti'ye Ağıt – II

Halfeti'ye Ağıt – II

Sabahın kör karanlığında çıktık yola. Tarihin en eskisine gitmekti asıl amaç… Günümüzden 12.000 yıl gobekli öncesine… Göbeklitepe idi ilk hedef. Koruma için, üstünü örtme çalışmalarının olduğunu biliyorduk ama özel bir izinle girebileceğimizi düşünüyorduk. Olmadı. Göbeklitepe’ye uzaktan baktık şimdilik. Yeniden bulunan geçmiş bilinmez bir geleceğe kadar kapatmıştı bize kapılarını.
Bizim olan, bizden olan ama uzak kaldıklarımızla buluşmaya gelmiştik. Basamadık Göbeklitepe’nin kadim toprağına. Varsın olsun. Dinlerin beşiği, Tevrat’ın Cennet Bahçesi, Avram’ın doğduğu topraklardaydık.
“Anlamlı olanın anlamını onu var eden yapıda anlamlandırmak gerekir” diyor sevgili Ali Canip Olgunlu. Urfa Medeniyetin beşiği idi, iki suyun arası… Dinlerin kaynağı…

Avraam’ın bilgeliği bugünün dostluklarını pekiştirsin madem…

sinagogAncak su pek nadirdi Gazi Antep’te… Dünyada pek de eşi bulunmayan kastel tipi evler inşa ediyorlardı Gazi Antep’te ve su olmadığı için yerin altına “sudan sebepler”le yığınla depo, çamaşırhane, yapıyorlardı. Müslüman’ı Yahudi’si Ermeni’si bu kastellerde yaşıyorlardı. Sorgulamıyorlardı birbirlerinin kimliğini, yaşamı paylaşıyorlardı çünkü..
Derken, sessiz sedasız ya da aniden ve korkuyla her şeylerini bırakıp göçtülersinagog2 Gazi Antep’ten de. Yahudiler Sinagoglarını, Ermeniler kiliselerini, evlerini, geçmişlerini, tüm yaşanmışlıklarını olduğu gibi bırakarak geride, göçtüler… Urfa’da sinagog ‘un yeri bile bulunamamışken, Antep’te Yahudisiz kalan sinagog Büyük şehir belediyesi tarafından kültür merkezi olarak kullanılmak üzere restore edilmiş. Biraz şaşkın geziyoruz Sinagogu. Orta yerde Hahamını bekliyor duaya yönlendirsin diye artık kalmamış cemaatini. Ağzımı açıp konuşamıyorum! Yüzlerce yıl önce atalarımın dua ettiği, bir doğumla yaşamı kutsadığı ya da bir ölümde acısını Rab’bi ile paylaştığı bu kutsal alandayım. O kadar benden ve bir o kadar da yabancı!

yahudi-eviBir eski Yahudi evi, yıkık dökük, hala yorganlar ahşap ankastre dolapların içinde, para müzesi olarak işlev görüyor giriş avlusu günümüzde. Ya da, Bey mahallesinde Nazaret Gabaryan’ın evi. Şehrin önde gelen mücevhercilerinden biri imiş yaşlı Nazaret. gabaryan-evi gabaryan-evi-26-7 eylül olaylarının ardından evini terk edip Amerika’ya göçmüş çocukları ile birlikte. Yıllar sonra torunu Gazi Antep’e geldiğinde… Büyükbabasından kalma evleri artık başkasını mülkiyetinde… Geri satın almak istemişler mülkü… Milyon dolar önermişler. “Para anama gidecek” diyerek satmamış avluda bir kafe işleten kişi.

Kimlik değiştirmiş şehirler… Zenginliklerini kaybetmiş topraklar… Öyle ya, toprakları vatan belleyen yüzyıllar boyunca bu topraklarda var olmuş farklı kültürler zaman içinde üretilmiş politikalar ve sosyal baskılar sonucu göçüp gidiyorlar bu topraklardan….

Anadolu mümbit, Anadolu cennet! Anaların diyarı Anadolu. Bin yılların kültür zenginliklerini tarihin derin karanlıkları arasına gömmüş bir Anadolu… O zengin ermeni evinin işlemeli kapıları, melek figürleri ile bezeli odaları, gündelik yaşamın geçmesinden dolayı “hayat” denen asmalarla bezeli avlusunda tek yaşam belirtisi içilen çaylar kahveler, ya da bir masada tavla oynayan gençlerin zar tıkırtıları…

Yok olmuş, göçlerin ardından, şehrin kültürel zenginlikleri. “Bilmiyorduk ki insanımızı kaybedeceğimizi” diyor sinagogu bizimle birlikte gezen Mehmet Bey. O şimdi bir turizm görevlisi. Ama çocukluğunda sinagogun arkasındaki Midraş denen küçük havrada elektrikçi çırağı olarak bir iki işe gelmiş.. “O küçük havradan eser yok şimdi!” Tıpkı göçen bir sürü aileden eser olmadığı gibi… Ne bir kayıt ne başka bir bilgi.. Belki facebook üzerinden, sonradan, yıllar sonradan kurulan bir zayıf bağlantı…

Sessiz sedasız yok oldu koskoca kültürler. Sessiz sedasız gömüldü
-Halfeti’nin sular altına gömülmesi gibi- koskoca bir tarih unutulmuşluğun karanlık kuyularında.

İstanbul’da, Nişantaşı’nın köşesindeki reçellik incir satan çingeneler de yok artık. Hiç yok olacak gibi değillerdi oysa, her mevsim bir apartman girişinde, incir ayıklamaktan kapkaraya dönmüş o eller… yok artık! Annelerimiz gibi incir reçeli kaynatamıyoruz bizler. Daha neler yapamıyoruz annelerimizin yaptığı.. Farkına bile varmadan, bizler yaşarken değişiyor dünyamız…

Yoklar artık Urfa’nın, Gaziantep’in, Edirne’nin Yahudi’si, Ermeni’si… Oysa Trakya’nın en büyük Sinagogu idi Edirne Sinagogu.

Suriyeli göçmen çocuklar dolaşıyor Antep sokaklarında artık. Murat… 1,5 yıldır Katmerci Zekeriya ustanın yanında çalışıyor. 14 yaşında. Yaşamın tokadını yemişlerden. Ama o hiç değilse, denizlerde yok olmadan bir yaşam köşesi bulmuş kendine… Oysa hiç biri hak etmiyor bu korkunç yok oluşu…

……….

Halfeti’yim ben
Suların altında
Bir okul
Çok oldu yitireli çocuk seslerinihalfeti2
Yankılanmıyor artık duvarlarımda…

Ne bir kahkaha ne bir ağlayış!
Daha çok
Balıkların yüzgeçlerinde
Belki de yansıyor
Bir zaman sınıflarımı dolduran
Minik ayakların koşturması
Üzerime çöken suların dalgalarıyla
Dövüyor bedenimi

Antep’im ben bugün
Cemaatini çoktan kaybetmiş bir Sinagog
Yahudisiz bir bina…
Kutsanmıyor artık duvarlarımda….

Ne bir doğum, ne bir bar mitzvah!
Yıllar oldu yüzüne Şehina inmiş bir gelin
yürümeyeli babasının kolunda ehalime doğru…

Tufan gibi
Halk göçtü gitti uzaklara
Şimdi ben
Şimdi ben bekler dururum

Bir gün
Yüzyıllar, binyıllar sonra bir gün
Kim bilir hangi yahid’imin bir genç yavrusu,
Sevgiyle besleyecek bu yaşlı duvarlarımı
bir kipur günü Şofar’ın ağlayan sesiyle

Kim bilir hangi öğrencimin bir uzak torunu
Suların çekildiğini müjdeleyen bir güvercinin ardından
koşacak koridorlarımda
Ve yakacak sınıflarımda;
Urfa’nın, Antep’in,
Halfeti’nin ağıdını <3

Dalia MAYA

09/10/2016

Benzer yazılar

Yorum yazılmamış.