Mart 29, 2024

Bilim Hedef Odaklı Bir Oyundur

Bilim Hedef Odaklı Bir Oyundur

O bir nörobilimci ve laboratuvarında insan beyninin kendi duruşuna göre algısını nasıl yönlendirdiğini araştırıyor.  Genç, yakışıklı, samimi, içten ve eğlenceli.  Oyuna bir amaç katılması gerektiğini düşünüyor ve bilimin amaç uğruna bir oyun olduğunu. Saç neden önemliydi? Huşu  beynimizin neresindeydi? Cevaplardan çok sorular ilgilendiriyor onu. Yaptıkları deneylerin sonucunda, insana yararlı bir bakış, bir farkındalık ya da bir ürün yaratmak amacıyla…

 

Gerçeklik bir illüzyon mu?
Hayır, doğada bir gerçek var. Ama onu nasıl algıladığımız bir illüzyon.  Dolayısıyla önemli olan soruları sormak, ama farkındalıklı soru sormak. Cevap bulmaktan çok soru sormak.

Peki acı? O da bir illüzyon mu?
Neden acı duyuyoruz? Neden korkuyoruz? Konfor alanından çıkınca mı korkuyoruz? Eğer öyle ise, neden bazı durumda konfor alanından çıkınca acı hissediyoruz ve bazısında da heyecan. İnsanların bu tepkisinde ortak bir nokta yakalayabilir miyiz ve bundan yaratıcı bir öğrenim geliştirebilir miyiz?

Bunları araştırıyoruz.

Acı dediğimiz şey bizim bir olayı anlamlandırma çabamız mı?
Acı tabi ki var ve iyi bir şey olarak verilmiş bize. Bir amacı var: Kendimizi korumak. Bir şey seni zehirlediyse bir daha yememeyi hatırla diye…
Önemli olan acıyı fark etmek, anlamak ve onu doğru yerde iyi bir şey için kullanmak. Ona bir anlam katmadan yapmak bunu. Soğuk su ile duş almak gibi. Soğuk olduğunun farkında ol, onu reddetme ama ona anlam da katma. İyi ya da kötü deme. Onu deneyimle. Ve ondan geliş. Ondan büyü.

Öte yandan, kutunun dışına çık diyoruz ya… Aslında kutu yok.  Hep aynı kutu içindeyiz.  Kendi sınırlarımızın belirlediği kutu içinde. Kutuyu genişletebiliyoruz ama hiç dışına çıkamıyoruz.

Peki ya iç güdü?
Literatürde o da var. Yine de içgüdü değimiz şey o kadar da iyi bir şey değil. Çünkü içgüdü öğrenilmiş davranışlar sonucu verdiğimiz tepkidir. Önyargıların, sana öğretilmiş ama farkında olmadığın şeylerin müdahalesi var. O yüzden iç güdünü dinle, ama beyninle, düşünerek, doğru soruları sorarak ver kararlarını.

Peki ya cevaplar?
Asıl amaç şüphe etmek. Çünkü ancak şüphe edersen soru sorarsın. Tabi ki önce farkında olacaksın. Sonra da şüphe edeceksin. Çünkü, dünyayı algılayış şeklimiz bir refleks ve bu reflekslerin anlamsızlığı üzerinde düşünmek gerekir.

Bu bir oyun mu?
Oyun belirsizliğe adım atmanın evrimsel bir çözümüdür. Bilim de hedef odaklı oyundur. Dolayısıyla yaratılan her şey, tasarım ürünleri mesela, amaç odaklı oyunun bir ürünü, belirsizliği kutlayan beynimizin bir halidir.

Oyunun her zaman bir amacı, hedefi yok mu? En basitinden eğlenmek gibi?
Oyun kendi başına bir şey halletmek zorunda değil. Tabi ki, dediğin gibi, eğlenmeyi de bir hedef olarak belirleyebilirsin ama bunun üzerine keşfetmek gibi bir şey daha eklediğinde bir amacın olur. Soru sormaya başlarsın. Soru sordukça gelişirsin, genişlersin, kendini anlamaya çalışırsın, bir şeyler üretmeye bakarsın. Oyunun kendi başına -bazan yan etki olarak seni bir yerlere taşısa da- yararlı olmak gibi bir amacı yoktur.

Yeni alanları deneyimlemek de amaçlı olduğunda aynı etkiyi yaratır mı?
Evet ve bu en iyi teknolojilerin potansiyel değeri. Yeni teknolojileri denemek görünmeyeni görünür kılar. Geçmişte görebildiğimizi daha hızlı, daha kolay görebilmemizi sağlayan teknolojiler yerine MRI gibi, mikroskop gibi ufkumuzu açan, görünmeyeni görünür kılan teknolojiler dönüştürüyor insanlığı. Seyahat etmek de böyle… Kitap okumak da.  Yeni bir kültürü tanımak, daha önce görmediklerimizi görmek, mekanda ve uzayda yolculuk etmemizi sağlıyor.

Büyüyor, gelişiyoruz.
O yüzden kutudan bir gün çakabileceğimizi sanmıyorum. Çünkü tüm yaptığımız daha geniş bir kutuda durmak.  Benim metaforum bu: “Kutudan çıkacağına kutunu genişlet”.

Saç her yaşta önemli bir mesele. Yaşımız ilerledikçe saçın dökülmesi hepimizde ciddi bir travma yaratıyor.
Saç çok heyecan verici bir konu. Bizim savımız saçın ve saç algımızın bir amaç uğruna gelişmiş olduğu. Saç sadece termoregülasyon sistemimizin bir parçası olarak gelişmiş olsaydı sürekli uzamasına gerek olmazdı. Ama uzuyor! Kimliğimizi belirlemede ve evrim yapabilmemiz için cinsel seleksiyonda önemli yeri var.

Cinsellik yaşının sonunda o kadar da uzamamaya, hatta  azalmaya başlıyor.
Bu da insanlarda büyük travma yaratıyor. Herkesin saçı ile ilgili genel bir meselesi var. En derin bağlarımızdan biri kuaförümüzle olan bağımız. Çünkü o, kimliğimizi yaratmada ve kimliğimizi yansıtmada bizimle en doğrudan bağı olan kişi. Söz ettiğim dış güzellik değil, bundan çok daha derin. Böyle olunca da, saçta yapılan bir değişikliğin kişinin kendisi ile ilgili algısını değiştirmesinde ne gibi kolaylıklar yaratabileceğini merak ettik.
Çalışmamızda kişilerin  yaratıcılık, yetki hissi gibi farklı bilinçdışı hallerinde kendileri ile ilgili algılarını davranışsal olarak test ettik. Sonrasında kuaför salonumuzda onları bir saç ritüelinden geçirdik.

Nasıl bir rituel?
Öyle bir deneyimden geçiyorlar ki saçları gerçekten düşüncelerinin fiziksel bir simgesi haline dönüşüyor. Bir şeyleri geride bırakıyorlar, bilinmezliğe adım atıyorlar ve yeni bireysel algıları ile ileri doğru bir adım atıyorlar. Ritüel, saçtaki değişim ile birlikte ilerliyor. Yarım saat içinde önceki deneyin aynısı yapılıyor: ritüel sonrası kendine güven,  tolerans, risk alabilme katsayısı ciddi oranda artmış oluyor.

Hepimiz bu deneyimi kuaförümüzde yaşamışızdır.
Ama ilk defa ölçmüş olduk. Tabi her şey bir saç ritüeli ile değişmiyor.  Ama neyin neden değiştiğini anlamak için iyi bir yol bu. Bu noktada artık değişimi kolaylaştıracak araçlar üretebiliriz.

Siz de buna başlamışsınız?
Laboratuvarımda insanların saçları üzerinden değişime uyum sağlama programı geliştirmek üzere çalışmalara başlıyoruz. Öncelikle kuaförlere yönelik bir eğitim programı. Ama kendi kuaför salonlarımızı da açmayı düşünüyoruz.

DEĞİŞİMİN KOLAYLAŞTIRCISI OLARAK
SANAT VE CANLI PERFORMANSLAR

Cirque de Soleil ile yaptığınız “huşu” ile ilgili çalışma da çok heyecan verici
Huşu ve merak… Beynimizde neye benziyor, nerede duruyor? Huşu hissi bir amaç uğruna mı gelişmişti? Bunun gibi sorularla yola çıktık. İnsanların Cirque de Soleil gösterilerini izledikten sonra davranışlarının ve bireysel algılarının değişip değişmediğini ölçtük. Keşfettik ki huşu ve heyecan sonrası beynin prefrontal koteksteki aktiviteleri azalmış. :alışmalarımızdan biliyoruz ki, insanların davranış ve algıları sanat ve canlı performanslarda anlamlı ölçüde değişiyor. Bu da  sanatın çok derin bir seviyede değişimi kolaylaştırdığını kanıtlıyor.

Tüm bu çalışmalar ve sonucunda üretilen araçlarla daha iyi bir dünyada yaşamayı hayal edebilir miyiz?
Umarım. Deneyimlerimizi dünyaya açmak üzere bütün bu bilgilere sahibiz. Mesela laboratuvarımızı bir gece kulübüne dönüştürebiliyoruz. Katılımcılar denek olduklarını biliyorlar. Bu deneylere deneyimsel deneyler diyoruz. Geliyorlar ve bir deneyim yaşıyorlar. Nerede durduklarını, nasıl dans ettiklerini,  ne içtiklerini, her şeyi kaydediyoruz. İnsan olmaya dair daha derin bilgilere ulaşmış oluyoruz. Bütün bu topladığımız bilgileri sonra katılımcılara da veriyoruz. Böylelikle deneyimsel deneyden ayrıldıklarında kendilerini daha iyi anlamış oluyorlar.

Kendini fark etme arayışı hiç bitmiyor.
Bunlar deneğin içine daldığı deneyimler. Ama bizim için de bir terapi oluyor. Kendimizi daha iyi tanımaya çalışarak daha dönüştürücü deneyimleri nasıl yaratabileceğimizi araştırıyoruz. Dönüştürücü derken herkesi kolay kolay dönüştüremezsiniz. Üstelik zaten herkesin ihtiyacı da farklı. Biz yeni bir gözle bakmak isteyenlere, bu olanağa sahip olabilecekleri bir alan yaratmaya çalışıyoruz.

Çünkü herkes kendinden sorumlu
Çünkü kendileri yapınca, onun sahibi olurlar. Herkesin kendi tercihi; empoze edilemez ki… Empoze etmek kibirlilik olurdu.

Kimse de kabul etmezdi?
Emin misin? Hükümetler bunu sürekli yapıyor, eğitim sistemleri yapıyor… Her zaman her yerde görüyoruz.

Hükümetler de birer illüzyon
Evet ama kabul görüyor. Çünkü bunu öğreniyoruz. Hem de hoşumuza gidiyor. Bizler için belirsizliği bir miktar da olsa azaltıyor. Ne yapmamız gerektiğini söylüyor. Bir toplum oluşturuyor. Daha bir çok geçerli ve güçlü neden sayabilirim. Facebook mesela. Zor olan izleyicinden başka tarafa bakabilmek. İnsanlar için ilginç olan neye baktığın değil neye bakmamaya çalıştığın.

Bunu biraz açar mısın?
Görünene bakmaya meyilliyiz. İç güdülerimizle bir refleks olarak bakıyoruz. Trafikte giderken neden kazanın olmadığı şerit yavaşlar? Bir daha yolda bir kaza gördüğünde bakmamaya çalış. Ne kadar zor olacağını göreceksin. Çünkü görünene bakmak üzere evrimleştik.

Neden görünenden başka tarafa bakalım?
Çünkü yoksa hep yaptığını yapmaya devam edersin. Bu iyi de olabilir ama her zaman iyi değildir.  Üzerine bir otobüs son hız geliyorsa, ona bakıp kaçmanın yolunu arayacaksın. Bilgelik ne zaman nereye bakacağını bilmekten geçiyor.

Şu anda en çok görünen herkesin sosyal medyada yer aldığı gerçeği.
Sosyal medyadan kurtulmalı mıyız?
Ben kendi hayatımda kurtuldum ama bu herkes böyle yapmalı demek değil. İnsanların gruplara yönelmesinin de evrimin bir sonucu olan diğer bir içgüdü olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir grubun parçası olmak evrimsel süreçte ölüp gitmemek demekti. Doğal olarak gruplara gidiyoruz.

Hayatlarımızda anlamlı ilişkilere de ihtiyacımız var.
Burada  anahtar kelime “anlamlı”.  Ancak bizler bir amaca yönelik topluluklar yaratmak yerine izleyiciler yaratıyoruz. Sonra da bu izleyicileri beslememiz gerekiyor. Biz izleyicileri besledikçe onaylama hissimizi de besliyoruz. Bu da bir illüzyon. Bir topluluk illüzyonu. Bir topluluk değil.

Topluluk yaratmak için…
Bir amaca sahip olmak ve neden bu amaca sahip olduğunu bilmek önemli.

Ufuk açıcı, sorgulayan, sorguladıkça düşündüren,  düşündükçe şüphe ettiren Beau Lotto ile daha saatlerce konuşabilirdim. Hoşgörüsüzlük üzerine yeni başlayacakları çalışmayı sorabilirdim, deneyimsel deneylerinden birine katılmak istediğim ise kesin. Sımsıkı sarılarak fotoğrafımızı çekip ayrıldık. Sarılmanın, yarattığı güzel hislerin beynimde nerede, nasıl göründüğünü merak ediyorum şimdi.

Dalia MAYA

Bu yazı Şalom Dergi’nin Nisan 2019 sayısında Dalia Maya’nın kaleminden yayınlanmıştır. 

Benzer yazılar

Yorum yazılmamış.