En sevdiğim yazarlardan biridir Elie Wiesel… Daha henüz Türkçe çevirileri yayınlanmadan evvel tanışmıştım kitapları ile. İlk okuduğum kitabı A beggar in Jerusalem/Kudüs’te bir Dilenci günlerce, aylarca düşmemişti aklımdan. O ilk kitapla aşık olmuştum dünya üzerinde yaşanan felaketlerdeki insan resimlerini bana yansıtan bu yazara… Devamında ulaşabildiğim tüm kitaplarını aldım, yuttum, her birini birer gecede… Her birinde yeniden aşık oldum, belki de babam yaşında bu adama… Şefkat damarım kabardı aslında çoğu kendi geçmişinden anıları canlandıran kahramanlarının yaşadıklarının karşısında. Okurken BİR oldum her bir kahramanla, yaşadım her ne yaşadılarsa onlar kitaplar boyunca. Dilenci oldum Kudüs’te, esir oldum ikinci dünya savaşı kamplarında, duman oldum fırın bacalarından yükselen, koku oldum genizleri yakan, yanık insan eti kokusu oldum.
Günler, aylar,yıllar geçti… Bir gün duydum ki, o aşık olduğum adam, o beni daha bir ben yapan yazar, İstanbul’a gelmekte, imza günü düzenlenmekte. Orada olmalıydım. Etten, kemikten hissetmeliydim o ilk yazar aşkımı. Al dediler bir kitap, al git. Kuyruk olacak çok, varsın olsun. 1 saniye bile olsa, bütünleştiğim o yazarla birkaç santim mesafede, aynı havayı soluyacağım ya. Varsın olsun, kuyruk olsun. Ne gam! Döndüm kütüphaneme… Aldı mı beni bir düşünce. Hangi kitap? Hangi kitap imza gününe gidecek? Hangi kitap daha değerli ki diğerinden? 5 dakika, bir saat… Yok, mümkün değil. Mümkün değil ki seçmek.
Ne mi yaptım. Kaptım tüm kitaplarını doldurdum sırt çantama… Doğru imza gününün olduğu salona… Elimde kitaplar, bir değil, üç değil, belki yedi belki on kitap… Herkes bakmakta bana garip garip. Deli mi bu çocuk? Evet deliydim… Öyle deli ki, bir nefes gibi yuttuğum konuşmasını dinledikten ve kalabalığın arasında uzun bekleyişten sonra, “deliyim ben” dedim Elie Wiesel’e “o kadar etkilendim ki kitaplarından seçemedim. Sen istediğini imzala. Ben nasılsa hepsini taşımaktayım ruhumda”
İmzalayacaktı, hepsini imzalayacaktı, ama kuyrukta arkamdakilerin itelemesine dayanamadım. Teşekkür edip kendisine iki imzadan sonra, çekildim kenara ben gibi heyecanlı başka okurlara bırakabilmek için yazarımı.
Bugün bir sürü imzalı kitap vardır kütüphanemde. Ama hala başköşe Elie Wiesel’indir. Hala hatırlarım okuduğum ilk kitabının başlangıcında yüreğimi delen cümlelerini… Ve bilirim, okurken bütünleştiği, okurken kendini bulduğu, bir olduğu yazarı, yaşayabilmek için gider insan imza gününe. Başka neden gitsin ki? Yok yazar şişinecekmiş, yok eser değer kazanacakmış zaman içinde, eser zaten, ilk girdiği günkü kadar taze, yüreğimin en değerli yerinde, duruyor yazarı ile birlikte.
Dalia MAYA
09/10/2012
18:08
Yorum yazılmamış.