Aralık 11, 2024

Can Bonomo resimleriyle

Can Bonomo resimleriyle

Müziği ve şiirleri ile gönüllere taht kuran Can Bonomo, bu sefer de tabloları ile karşımızda. Bonomo’nun ‘Anachronismus’ isimli sergisi, 20 Kasım’a kadar The Marmara Pera’da.

Söyleyeceklerini söylüyordu zaten. Şarkıları ile, şiirleri ile söylüyordu. Derken ‘Anachronismus’ adını verdiği ilk sergisinde tabloları ile de söylemeye başladı. Bir nevi zamansızlıktı anakronizm. Daha doğrusu zamanda tutarsızlık. Kronolojik olarak tutarsızlık. Böylesi bir tutarsızlıkta ‘Napolyon’un elinde cep telefonu’ ile kim bilir belki de Waterloo Savaşını yönettiğini ya da paralarının borsadaki işlemlerini takip ettiğini görmek mümkün olabilirdi. Tanrı belki de Michelangelo’nun ‘Adam’ın Yaratılışı’ tablosundaki gibi elini Adam’a uzatmak yerine, Adam’ın elindeki muza talip olan bir astronot olabilirdi. Hayat güzeldi aslında, ama Soma’dan sonra ‘güzel’in üstü çizilmişti. Hayat belki de sadece olduğu gibiydi. Olmayacak dediğimiz şeylerin olabileceğine her an gebe bir var oluş. Bir çizgi film kahramanı olarak tanıdığımız Pepe belki Silvan’da, belki Paris’te bir terör eyleminde yaralanmış ve ameliyata alınmış olabilirdi. UFO’ların kol gezdiği bir dünyada Miki Maus, Mona Lisa’nın kucağında dünyayı izliyor olabilirdi. Her şey zihinde olup bitiyordu. Ve insan bir taraftan hazır gıdalardaki beslenme cetvellerini inceleyerek sağlığına dikkat ederken, bir taraftan öldürücü silahların kol gezdiği gaz maskeleri ile dolaşan bir savaş eri olabilirdi. Zaman farklı boyutlarda farklı işliyor olabilirdi.

Bir tarafta biz Can Bonomo ile tatlı tatlı sohbet ederken, bir tarafta mesela Silvan’da, mesela Paris’te can çekişiyor olabilirdik. Olduk da… Biz Marmara Pera’nın içindeki Sade Kolektif Galeri’de oturmuş, Bonomo’nun Anachronismus sergisi üzerine konuşurken, aynı gece Paris’te terörün katledeceğini bilmiyorduk. Bu yazının yazılması Paris bombalamalarının ardından oldu. İster istemez, Can Bonomo’nun eserinin zihnimdeki algısı değişti. Öyle ya her şey zihinseldi. Belki kendi düşüncelerimi tekrar ediyordum kendime, belki hiç anlamamıştım Can Bonomo’yu, gezdiğim sergisini. Henüz bunu bilmiyorum. Ancak paylaştıkça yakınlaşıyordu insanlar. Şüphesiz ki, yakın takipçileri onu benden daha iyi anlıyordu. 
O yüzden bu sohbeti de aynen gerçekleştiği gibi aktarıyorum sizlere.

 
‘Bulunmam Gerek’ albümünün klipinde tablolar vardı. Can Bonomo’yu resim çalışırken görmüştük. Ne zaman başladı resim çalışmaları?

Üniversitede görsel sanatlar dersler aldım. Çok fazla grafik ve illüstrasyon yapıyorum. Bir tabletim var ve sık sık evde konser afişleri, posterleri çiziyordum. ‘Bulunmam Gerek’ albümünü kaydederken de biraz kendime mola vermek için çizmeye başladım. Çizdiklerim daha sonra bunlar oldular. Çok birikince “bunları insanlara göstermek gerek” dedim ve bir sergi açmaya karar verdim.

 
Yaratmanın ötesinde bir de paylaşmak gerek, değil mi?

Bir şeye hayat vermek için onu paylaşmak gerekiyor. Bir şeyin gerçek olması için tamamen birkaç insanın bilmesi gerekiyor. İşte bütün yaptığımız sanatsal etkinlikler, tamamen bunun üzerine zaten. Kitap çıkarmak, albüm yapmak, resim yapmak… Tamamen bunun üzerine.

19112015FQLSHMbrYq0J5kUt


Kitabına da ‘Delirmek Belirmektir’  ismini vermiştin. Sanatı yaratmak da bir çeşit delirmek mi?

Belirme hali herhalde o. Hepimizin deli olduğu taraşarı var kendi içinde. İnsan muhteşem bir varlık. Çok istikrarlı, çok sıra dışı. Bazen çok kasvetli, bazen da çok duygusal olabiliyor. Bunları bir sanat formuna dönüştürüp bir eser çıkardığınız zaman da aslında insanın empati kuran haline bakıyorsunuz uzaktan. İşin delirme kısmı bunu yapmaya karar vermek herhalde.

 
Neden?
Çünkü akıl karı bir iş değil aslında. Eğer zanaatınız mesleğiniz ise, terzilik, doktorluk gibi daha ampirik bir zanaat olmasında fayda var. Çünkü sanat çok göreceli. Size sanat olarak hitap eden bir şey başkalarına hitap etmeyebilir. Bu arayış içerisinde de çok zorlu bir hayat yaşamayı tercih ediyorsunuz eğer sanatçı olmak istiyorsanız.

Ben kendimi icracı olarak niteliyorum. Zor bir zanaat icracı olmak… Tabii ki diğer işlerin de zorlukları vardır. Sanatçı ise biraz daha ruhani bir yanına sesleniyor insanın. Oradaki yükümlülüklerimiz daha başka.

 
Ne gibi?

Empati kurmaya çalışmak sürekli olarak. Her an, her saniye yapmak zorunda kalıyorsunuz. Çok yorucu oluyor.

 
Aslında bir klipinde resim çalışmalarını göstermiştin. Tablolardan birkaçı vardı. İlk öyle mi başladın paylaşmaya resimlerini?

Resimlerim evde birikiyordu. Ortağım, prodüktörüm ve kliplerin yönetmeni Can Saban bu resimleri klipte göstermek istedi. “Göster” dedim.

 
Biraz da sergiye gelelim. Tablolar biraz duvar resimlerini anımsatıyor. Etkilendiği sanatçılar, Jean Michel Basquiat ve Bansky. Normal olarak bir arada göremeyeceğimiz şeyler aynı tabloda. Müzelere girmiş tabloların kahramanları ile gündelik yaşam simgeleri bir arada. Tıpkı farklı zaman noktalarında var olmuş olanlar gibi. Sınırlar, kendi çizgilerinin arasında yok olmuş gibi.  ‘Anachronismus’ olarak isimlendirmişsin sergini. Zamansızlık görüyorum ben. Zaman
insanın içinde mi dışında mı?

Bir kişi ya da bir nesnenin olması gereken kronolojik zamanın yanlış yerinde konumlandırılması. Mesela cep telefonu ile konuşan bir Napolyon. Mümkün değil. Çünkü kronolojik olarak Napolyon zamanında cep telefonu icat edilmemişti; ama anakronizm zaman düzlemlerini evirip çevirebilecek esneklikte değişik bir mefhum. Anakronizmde Napolyon’u cep telefonu ile konuşturmak ya da Pepe’yi ameliyat ettirmek mümkün.

 Aslında gerçeklik dediğimiz de bizim hayalimizde mi oluşuyor acaba?
Hayal değil bunlar. Gerçeklik, ama bizim yaşadığımız zaman düzleminde gerçekleşen şeyler değil. Pepe’nin başka bir zaman düzleminde ameliyat edilmediğini ispatlayamıyor bilim şu anda. Dolayısıyla böyle bir şey yapmak eğlenceli.

 Eğlenmek için mi yapıyorsun resmi?

Dinlenmek için yapıyordum. Sonra onları da paylaşmak istedim. Şimdi artık böyle bir yükümlülüğüm de var.

 
Resim yapma işi, şarkı, müzik, söz yazma işi sanatçının içsel yolculuğunda
benzeşen işler mi? Nasıl bir ruh hali?

Bir şarkı duyduğunuz zaman aklınıza bir resim geliyor. Bir resim gördüğünüz zaman altına bir şeyler yazmak istiyorsunuz, zaten benim resimlerim şarkılarıma benziyor, şiirlerim resimlerime benziyor.

 
İzleyici değişti mi? Görsel sanat ayrı bir kitleye mi hitap ediyor?

O insanlar da buradaydılar galiba. Benim takipçilerim de buradaydılar. Takipçilerim daha başka yaklaşıyorlar. Çünkü onlar biraz daha iyi tanıyorlar beni. Beni okuyup beni dinleyip gelmiş oluyorlar. Öyle artı bir imkânları olmuş oluyor; ama son yaptığım albümle birlikte müzik biraz daha oturdu, biraz daha olgunlaştı. Zaten yaptığımız iş de biraz büyüdü, çevremizdeki insanlar da biraz büyümeye başladılar. O yüzden ortalama bir yaş grubuna hitap etti sergi de. Ancak, daha önce hiç albüm yapmasaydım ya da şiir yazmasaydım buraya kim gelirdi hiç bilmiyorum. Muhtemelen kimse gelmezdi.

 
Beni belki de en çok etkileyen tablolarından birisi ‘Love Child’, bir ejderha ile yan yana ve ağlıyor…

“Kan ağlıyor! Yatağının altından hepimizin yatağının altındaki canavarlar…” içimizdekiler…

 
Başka bir tabloda Einstein var. Hayal gücünün bilgiden daha önemli olduğu yazıyor…

Alexandre Dumas’nın bir lafı vardır, “Cehalet mutluluktur” der. 
Zira bir şeyi tekrar keşfedemezsin, ama bilmiyor olsan keşfedebilirsin. Belki bambaşka, hiç düşünülmemiş bir şeyi keşfedebilirsin.

Dünya yıkılırken, antik değerler darmaduman edilirken, küçücük çocuklar, kardeşlerimiz, orta yerinde kaldıkları savaşlardan kaçarken, bizler öte tarafa bakıyoruz. Tablolara baktıkça yorumluyor izleyici… Kendimi alamıyorum fikirlerimi dışa vurmaktan… Oysa Can Bonomo’yu dinlemeye gelmiştim. Susuyorum.

“Benim neden yaptığım önemli değil ki” diyor,
“Senin ne okuduğun önemli.”

“Ben sadece sıkıldım… Dinlenmek istedim. ‘Bulunmam Gerek’ albümünü kaydediyordum o sırada. Resimleri yaparken arkada genelde o çalıyordu. Tabloların içinde de nüanslarda albümü görüyorum ben.

Gerçeklik var tablolarda. Biraz daha kör göze parmak basmak, sürrealizm vermek istedim. UFO’ların olduğu yere, metal çağına Miki Maus’u yerleştirdim. İyice kafayı yedi bu delilik artık.”

Belki de o delilik gerçeklik oldu bugün yaşadığımız dünyada.

Ve takipçileri…. Takipçileri de oradaydı biz sohbet ederken; biri, henüz on sekiz yaşında, Can Bonomo’yu tabloları ile birlikte Van Gogh, Dali ve Frida Kahlo aynı resme koymuş yanında getirmişti.

“Takipçilerim çok önemli onlar olmasa hiç bir şey olmaz. Ben de zamanında birçok insanın fanı olmasaydım, ben de, ben olmazdım.“

Dalia MAYA
18/11/2015

Bu yazı Şalom Gazetesinin 18/11/2015 tarihli sayısında yayınlanmıştır. İlgilenen için link: Can Bonomo bu sefer resimleriyle bizlerle

Benzer yazılar

Yorum yazılmamış.