Nisan 20, 2024

Renklerin Efendisi: Omar Baban

Renklerin Efendisi:  Omar Baban

Mutluluğunuzun peşinden gidin. Onun nerede olduğunu bulun ve onu takip etmekten korkmayın
Joseph Campbell

Hayat dolu birinin dokunuşu hayat vericidir.
Bazan uzun bir yolculuğun sonucunda buluyor kişi hayatta en çok keyif aldığı mesleği…   Belki de kendisini… Renklerini… Ruhunun renklerini dışa vurabilmek, insanlarla paylaşabilmek, hatta insanların hayatına o derinlerinden getirdiği “çingene ruhunu” katabilmek üzere… Uzun ve değişik yollardan, coğrafyalardan geçmesi gerekiyor.  Dost canlısı, nazik,  titiz, en ince ayrıntılar üzerinde dikkatle duran, -hani o kılı kırk yaran dedikleri- ama bir o kadar da gizemli.

Öyle bir yolculuk ki yaşam, bir adım attığınızda, o adımı neden ve ne amaçla attığınızı bilseniz bile, adımın beraberinde sıklıkla ön görmediğiniz gelişmeler oluyor, bilmediğiniz beklemediğiniz insanlarla tanışıyorsunuz, bir kapı bir kapıyı açıyor.  Derken sosyal medyada takip etmeye başlıyorsunuz birbirinizi. Ve günlerden bir gün salonunuzda otururken… Bir post düşüyor önünüze… Renkli bir dekorun içinde…. “Renk içgüdülerinize aldırmayın. Ben, sizin Çingene Ruhunuzum”  Etrafıma bakıyorum… Ne zaman solup gitmiş yaşam benim salonumdan?  Bir Omar Baban postuna bakıyorum, bir evime.
Renk gerek! Bu eve kesinlikle renk gerek!”  Ve öylece başlıyor değişim…

Değişim sürekli aslında yaşamda.  Omar Baban’ın yaşamını merak ediyorum.  Son yıllarda belki de tesadüfen başladığı ve evinden sürdürdüğü tasarım ve iç dekorasyon çalışmaları giderek büyüdükçe, geçtiğimiz aylarda Caddebostan’da show room’unu açıyor.  Renkler… etnik desenler… Dünyanın bir çok uzak köşesinin ruhunu yenilenmiş bir şekilde şehrimize, hatta evimize taşıyor… Dünya küçülmüş, “Renklerin Efendisi”nin süzgecinden geçmiş, modernize olmuş evimizin köşesine sığmış…

Bahçede, sokakta oynayan, bisikletle koşturan, okulda başarılı bir çocuk.  Ama farkını ta o günlerden göstermiş, arkadaşlarının sevdiği futboldan nefret ederek… Tenise bayılarak… Hayalinde ise otelcilik varmış. “11 yaşımdayken bir İtalya seyahatinde çok gırgır bir otelde kalıyorduk. Resepsiyonda 3 genç vardı. İki erkek bir kız. İtalyanları biliyorsun zaten ama bunlar aşırı şirinlerdi, şaklabanlık yapıyorlardı.” O zaman düşünüyor otelciliği. Ancak gerçeklerle hayaller her zaman bir olmuyor. “Onlar resepsiyonda çalışırken öyle bir ruh halindeydiler. Ama sorumluluk, insanlarla birebir sohbet etmek ve uğraşmak başka bir şey. Kimi insan çok kolaydı, kimi çok zordu , kimi çok şikayetçi, kimi talepkar… Bir yere kadar tamam çok güzeldi ama devamını getiremedim. Yani okulu bitirdim. Çalıştım da. O zaman bilgisayar da yoktu. Daktiloda bilgileri yazardık. Gelen misafirlerin bilgisi, pasaport no.su vs.  Gece vardiyasıysa kim su içmiş; deftere yazardı. İkinci gün hesap aktarıyorduk. O zaman her şey manuel. Telefonlar yarı otomatikti.  Bir telefon açarken santralden bağlanman gerekiyordu.  Teleks vardı sonra faks geldi. Garip bir değişim. Sonuçta çok renkli bir hayat, çok mutlu olduğum anlar da vardı ama çocuk mantığıyla çok eğlenceli olduğunu zannettiğim diğer şeyler düşündüğüm gibi değildi.”

Otelcilik onu tatmin etmeyince, acenteciliği deniyor. Bir dönem kongre ve etkinlik turizmi yapıyor. Turizm alanında onu en mutlu eden dönem belki de bu. “Çünkü orada etkinlik yönetimi yapıyordum. Sıfırdan yaratmak, kongrenin sahne düzenlemesinden tutun da logosuna kadar yaratmak; bütün basılı malzemeler, insanlar, geliş gidiş saatleri, otel konaklamaları, yemeklere masa örtüsü, üzerinde konacak çiçek herkese ne hediye vereceğiz, konuşmacılar, devlet konukları, katılımcıları…. beni bir ara çok mutlu etmişti.”

Ancak bu da yetmiyor ve bir kongre sırasında Birleşmiş Milletlerin Afrika’da yaptığı projeleri dinlerken insanların hayatına dokunmanın heyecanına kapılıyor. “Çok etkilendim ve ben dedim ki galiba bu beni tatmin edebilecek ve mutlu edebilecek bir şeydir ve şansımı denedim. Çok da mutlu oldum.”

Afrika’da bir sürü ülkede, Tanzanya, Kenya, Güney Afrika, Gana, Benin Cumhuriyeti, Senegal, Fildişi, Uganda, Sudan, Mozambik, Zambiya ve daha bir çok ülkeye gidip BM adına projeler geliştiriyor. İnsanları dinliyor, ihtiyaçlarını belirliyorlar, kaynak buluyorlar, projeleri geliştiriyorlar.  BM adına gittiği her yerde, kendi imkanlarıyla fazladan bir gün kalmaya bakıyor… Müzelerini geziyor, o halkların kültürlerini, sanatlarını, geleneklerini, adetlerini, renklerini, lezzetlerini katıyor kendine….  Topluyor bu sırada, beğendiği kumaşları, işlemeleri, objeleri, giysileri topluyor. O sırada kendisi farkında değil ama bir taraftan insanların hayatına değerken bir taraftan bugününü hazırlıyor.

“Her şey kullanılması gereken bir ürün benim için. Sırf değeri yüksek diye ve süs olarak almayı hiç sevmem. Elime gelen her parçayı bir şekilde değerlendirmem lazım. En kötü ihtimal içine kuru çiçek mi koyacağım, şekerlik olarak mı kullanacağım, zarar vermeyecek şekilde ama muhakkak kullanmam lazım. Kullanmadıktan sonra bir anlamı yok. Böyle büyümediğim için de bu böyle. Misafir odası diye bir şey yok bizde. Olmadı. Bütün alanlar herkes için açık. Çünkü hiç kimse benden daha değerli değil! Sizin değeriniz benim değerimden. Ben neysem siz de benim için osunuz. O yüzden bir şey paylaşmam gerekiyorsa, siz de ben de aynı şekilde en iyisine layıkız. Oldu da bir yıldır bana misafir gelmedi diyelim; hastalandım, öldüm… E, bunları ne için saklamışım ben?  Güzel bir şey almışsam ben kullanmadıktan sonra, ben bunun zevkini yaşamadıktan sonra, ne anlamı var?”

“Siz diğerleri gibi olmayacaksınız değil mi?”

İkinci gidişimde Tanzanya’da bir köye gittik. Köyde bir yabancı! Hele – tamam esmer olabilirim ama onlar için beyaz tenliyim- muzungu dedikleri tabir, sanki Birleşmiş Milletler başkanı gelmiş gibi görüyorlar. Bütün köy büyükleri ve kadın erkek herkes toplanmış benden bir konuşma yapmamı bekliyorlardı. Neyse oturduk, sohbet ettik vs. Ne ihtiyaçları var, nasıl bir proje yürütebiliriz? Araştırma yapıyorum, kimin neye ihtiyacı var, anlamaya bakıyoruz. İlgili arkadaşlara paylaşıyorum. Türk hükümeti ya da Türk bir firma Birleşmiş Milletler örgütünün altında bütçe kaynak hazırlayıp o insanların hayatına katkıda bulunmaya bakıyoruz… Yaptığım iş buydu. Konuştuk, notlarımı aldım. Tam kapıdan çıkarken bir kadın yanıma yanaştı, İngilizce de konuşuyor. Bana dedi ki: “Siz diğerleri gibi olmayacaksınız değil mi?”

  “Diğerleri gibiden kastınız ne?  Dedi ki “buraya bir sürü insan geliyor. Herkes bir şeyler konuşuyor ama sonra bu kapıdan çıkıp gittiği gibi bizi unutuyor ve burada hiç bir şey olmuyor.

Üzerinden yıllar geçmiş, anlatırken bile gözleri doluyor Omar’ın. “Öldüm bittim o anda ve dedim ki, kimse bana destek vermezse bile, kendi imkanlarımla ben burada bir şey yapacağım. Sonuçta o köy için 3 proje yürüttük, biri kahve yetiştiriciliği, biri bal ile ilgili ve üçüncüsü de bir ilkokul.  Köylüler  de projenin sponsoruna onlar için çok değerli bir hediye vermek istediler. En değerli varlıkları: inek. Çok komik bir sahne idi! Şimdi koca bir inek.  Ne yapılacak, nasıl götürülecek bu inek?   Sonuçta, diplomatik bir çözüm bulundu ve inek çocuklara süt versin, çocuklar beslensin diye sponsorun adına okula bırakıldı. Bir insanın gözlerinin içine baktığında o mutluluğu o pırıltıyı görmek paha biçilmez bir şey. Yıllar sonra o biraz önceki ilk kadının köyüne  tekrar yolum düştü, ben hayatımda her halde annemden bu kadar dua almamışımdır. Çocuklar büyümüş, o okulda hala ismim yazılı. İnanılır gibi değil. İşte bunlar müthiş şeyler…”

 

Derken ekonomik şartlar değişiyor, bütçeler kısılıyor. Yıllarca dolaşmanın sonucunda Omar da biraz durulma ihtiyacı hissediyor.  Çok mutlu olduğu 15 yıllık bir dönem yavaş yavaş sona eriyor.

Ama zaten çocukluğundan beri evinde içinde büyüdüğü ortam; annesinden gördüğü antika, mobilya, halı, takı merakı; yıllarca dünyanın her köşesinden topladığı her yöresel parça farkında olmadan yeni kariyerini hazırlıyor.  Arkadaşları danışıyor önce,  evlerinde küçük değişiklikler için fikrine, derken mimar arkadaşları bazı projelerinde destek istiyorlar.  İnsanın yüreğinden ruhuyla heyecanla yaptığı her ne ise hayatını şekillendiren işe dönüşür ya, öyle oluyor Omar Baban için de.  Mimar arkadaşı ile bir ofis, bir teras vs. projesi derken, kendisi de bir kaç proje almaya başlıyor.

Derken, bir iki arkadaşım sen bunu neden ciddi bir iş olarak yapmıyorsun diye sordular. İki gün düşündükten sonra bu işi kurmaya karar verdim. Ve yine bir tesadüfle Tomtom’un ilk tasarım etkinliğine yakın bir zamandı. İlk koleksiyonun  bu etkinliğe denk gelmesi için daha hızlı bir şekilde hazırlandık. Gayet güzel dönüşler aldım insanlardan. Her şeyden önce beni tatmin ediyor, ben mutlu oluyorum ortaya bir şey çıkartırken. Yeni kolwksiyon aşamasında heyecan çok büyük. Çünkü sonuçta atölyeden uzaktayım, birileri benim adıma üretiyor. Tamam tasarımı ben yaptım, ben düşündüm ama her gelen fotoğraf, her mesaj… Şuradaki çizgi, buradaki çiçek, böcek derken. O heyecan acayip! Ben bu olayı doğuma benzetiyorum. Öyle bir süreç ve sonunda elinize çocuğunuzu alıyorsunuz. O da benim çocuğum. “

 

Geleneksel olanı modernize bir stil ve hikaye ile yaratıyor Omar. Yarattığı da sadece bir ürün değil, bir renk değil… Ta ilkokul yıllarımızdan itibaren siyah önlükler ya da formalarla tekdüzeliği öğrendiğimiz yaşamda içimizdeki renkleri fark etmemizi sağlıyor.  Sonuçta tasarım dediğimiz şey, aslında bir hayat tarzı değil mi? Omar Baban’ın çingene ruhunun renkleri sizin kendi içinizdeki renklerinizi, ışığınızı fark etmenizi ve yeniden açığa çıkartmanıza aracı oluyor.

 

 

 

Omar Baban’ın klasik serisi
“Duygusal bir dans” olarak niteliyor Omar bu seriyi.  Baktıkça içinde kayboluyorsunuz, kayboldukça kendinizi yeniden fark ediyorsunuz.  “Ruhani ama aynı zamanda güzel bir figür ve bir sürü bir şey anlatıyor. Çünkü sonuçta bu bir yazı ama illa bir anlam taşıması gerekmiyor.”Öte yandan kaligrafiyi farklılaştırdıkça hem dini ortamlar dışında unutulmuş hat sanatını modernize ederek günlük hayatımıza yeniden sokmuş oluyor hem de gizem dolu bir yolculuğun anahtarını sunmuş oluyor dileyene. “Gizemli.  Aynı zamanda aslında ona baktığında o harf bir tek harf olarak gözükmüyor bana. O bir şekil ve bana bir şey anlatmaya çalışıyor. Bir biçim ifadesi. İbranice de öyle. Ermenice de aynı şekilde. Çince veya Japonca da öyle, Urduca da… Çünkü her birinde, dans eden bir hareket var, beni bu cezbediyor”.  Omar Baban Kaligrafi serisi şimdilik sadece arapça harflerden oluşmuş ama zaman içinde faklı alfabelerin harflerinden oluşan koleksiyonlarla karşımıza çıkarsa şaşırmamalı.

RENK BİR İHTİYAÇTIR

Farklı toplumların rengarenk birlikteliğinin arasında şömine ateşinin önünde tatlı tatlı sohbet ederken, merak ediyorum. İnsanlara bakınca, insanları renk  olarak mı görüyor Omar Baban?

– Yok o biraz ırkçı olur!  (gülüşmeler)  Ama Dalia genelde kırmızıdır!

Şaka bir yana  her insan bir renktir. hayat renklerden ibarettir. Her birimiz aynı günde 8000 Renge bürünüyoruz.

Sabah uyandığında belki pembe ruh haliyle uyanıyorsun o yüzden sen bir pembesin. Aldığın bir haber anında kahverengi ya da laciverde döndün. O haberin devamına daha kötü bir durum sonucu simsiyah olabilirsin ya da aynı gün içerisinde bir gökkuşağı olabilirsin. Bu ruh haline ve yaşama bağlılığımızla ilgili bir durum. Aynı zamanda birbirimizden aldığımız enerjiyle de çok ilgili. Bazan mesela bir arkadaşım kötü bir süreç geçiriyorsa, ruh hali aşırı kötü bir durumdaysa, yanına gitmeden önce kendimi o siyah renge hazırlıyorum. Hatta siyah  değil çünkü siyah çok sevdiğim bir renk, kahve bana daha koyu ve daha kasvetli geliyor. Ben kendimi o ana hazırlıyorum ama bazan insanları gördüğünde bir bakıyorsun ışıl ışıl neşe dolu, her biri ayrı renk olan çakralarımız gibi. O yüzden hepimiz ayrı bir renkten oluşuyoruz

Ve bu iç renklerini yaşam alanında bazan dengelemek bazan coşturmak isteği içine giriyor insan.

Kesinlikle doğru. Çünkü bu bir ihtiyaç . Renk  bir ihtiyaçtır. Bazan sadelik bazan hareket ister insan hayatında. Giyimini de yaşam alanını da buna göre değiştirir.

Omar Baban markası da gelenekseli modern bir dokunuşla bazan farklı bir aksesuarla, bazan rengiyle, ya da hareketiyle  gerek yaşam alanlarımıza gerek kıyafet dolaplarımıza giriyor. Çünkü “bugün ne isek, bunu aslında geçmişe borçluyuz” diyor Omar Baban.  Geleceği ise bugünden yaratıyoruz. “Geçmişin  olmadıktan sonra gelecek diye bir şey yok. Bir ağaç kökü salmadıktan sonra ilk rüzgarla yere düşer.  Güçlü olman gerekiyor ki geçmişinle, toprağınla, iyice bir bağlantı kurman gerekiyor ki sen sağlam  durabilesin ve ileri gidebilesin. Meyve vermek istiyorsan, geleceğe bir şey yapmak istiyorsan sağlam olmalısın. Geçmişi hiç bir zaman  unutmamak lazım ki geleceği daha iyi bir şekilde yaratabilesin. Geçmişten kötü olarak değil -hatalarımız olmuştur, onlardan ders alarak- devam etmemiz gerekiyor. Bir sürü insan maalesef bir sürü ülkede geçmişten utanarak yaşıyorlar… Her insan hata yapabilir ama aynı zamanda iyi yönlerine bakmamız gerekiyor.  Belki Osmanlı İmparatorluğu olmasaydı bugün Türkiye olmayabilirdi. Böyle bir geçmişimiz var. Bununla gurur duymamız gerekiyor. Ama her şey bir denge. Dengeleyerek hareket edersek her şey çok güzel olacak.

Dalia MAYA

En güzel düşünmeden söyledikleri tanımlar ya bir insanı…. Öylesine ortaya attığım sözlere cevapları Omar Baban’ın
Tasarım – yeni bir şey yaratmak
Müzik – hayatın ve ruhun gıdası
Yaşam – var olmak
Dost – Hayatın en önemli hazinesi
Evlat – Varlık
Ev mi yuva mı ? Elbette yuva
Renk – vazgeçemeyeceğim şey
Aşk – geçici
Yemek – bayılırım
Kaligrafi – benim için vazgeçemeyeceğim bir sanat , ifade biçimi
Anne – dünyam
Çocukluk hayalim – otelci olmaktı
Şarap – hayatı iksiri
Çocukluğunda nefret ettiğin – hiç öyle bir şey hatırlamıyorum. Hiç kimseden hiç bir şeyden nefret etmedim
Misafir – her zaman beklediğim
Mutfak – stres atma mekanım
Baba – çok özlüyorum

Bu yazı Şalom Dergi’nin Şubat 2019 sayısında  yayılanmıştır.

 

 

 

 

 

 

Benzer yazılar

Yorum yazılmamış.