“Çocuğun ayağı daha bilmiyor ayak olduğunu, bir kelebek olmak istiyor, bir elma”
Pablo Neruda
Bazan da hiçbir şey yapmak istemez insan. Tüm duygular körelmiş gibi… Heyecan yok olmuş gibi yaşamdan… Yerini donuk bir hareketsizliğe bırakmış gibi… Uyur, uyanırsınız. Günlük işlerinizi sıradan bir ezber halinde tekrar eder durursunuz. Uyanır, kahvaltı hazırlar, belki ev halkını uyandırırsınız…. Biraz sonra kahve saati. Derken +65 iseniz, izin çıktı, haydi aynı sokaklarda yürüyüşe…
Sessizlik, hareketsizlik ruhunuzu, duygularınızı, yaratıcılığınızı kış uykusuna yatıran bir yaşam deneyimi haline dönüşür. Sürprizsiz, heyecansız, telaşsız! Uyaranların olmadığı tekdüze günler… Kabuğunuza çekildiğiniz, hiçbir şey yapmak istemediğiniz günler… Uyumak ve bir daha ancak dünya yine o heyecan verici duygularla sizi sarmaya başladığı vakit uyanmak istersiniz. Hayata, cıvıl cıvıl bir hayata uyanmak istersiniz. Hayata, aşka uyanmak, aşkla uyanmak…
Oysa… Belki de aşkla uyanmak için sessizliği dinlemenin zamanı gelmiştir. Çünkü dinledikçe, sessizliğin içinde mini minnacık kıpırtıları duymaya başlarsınız… O yüzden izin vermek gerek sessizliğe de. İçinizde ne var ne yoksa boşalmasına izin vermek gerek. Eski dünyaya dair ne varsa özlediğiniz, beklediğiniz, olmayan belki de hiç olmayacak olan izin vermek gerek hepsinin akıp gitmesine yüreğinizden. Birer güzel anıya dönüşmelerine ve yeniye yer açılmasına izin vermek gerek.
“Küçülen hayatlara alıştırıyorlar bizi” diye veryansın ediyordu bir arkadaşım hafta sonu sosyal medyada… Oysa küçülen hayatlar ayrı bir derinliği gizliyordu içinde. Yaşamın pandemi öncesi karmaşasından ve koşturmacasından sonra, sinemalar, tiyatrolar, lokantalar kapalı olduğundan sakin sokaklarda yürümek kaldı yapılabilecek… Yürümek. Mahallenin ağaçları arasında belki de daha önce hiç görmediğiniz meyvelerle karşılaşmak… Selamlaşmak, yolunuza rast gelen insanlarla… Günün sakinliğini ve sessizliğini yücelterek uzunca bir süre yürümek. Sessizliğin ve yavaşlığın içindeki oluşumları fark edene kadar yürümek. Hissetmek varlığında, yüreğinde o oluşumların tohumlanmasını hissetmek.
Yavaşlamak… “Yavaşlamak zamanı uzatmaktır” diyordu hem Kuzey Kutbuna hem Güney Kutbuna yürümüş ayrıca Everest’i tırmanmış Sessizliğin yazarı, Norveçli kaşif Erling Kragge ‘Yürümek’ isimli kitabında. Aynı kitapta, lisanlardan da bahsediyor. Diyor ki “Birçok lisan yaşamın tek, uzun bir yürüyüş olduğunu söyler. Dünyanın en eski lisanlarından biri olan Hint kökenli Sanskritçe’de geçmiş zaman gata sözcüğü ile tanımlanır ve ‘yürümüş olduğumuz yol’ anlamına gelir. Gelecek zaman anagata sözcüğü ile tanımlanır. Anagata: Henüz yürümediğimiz yol. Şimdiki zaman ise Sanskritçe’de pratyutpanna’dır, ‘tam önümüzde olan’.”
Belki de bunu tam özümüzde olan diye yorumlamak mümkün. Çünkü yürüdükçe susuyor zihnimiz, yürüdükçe yok oluyor endişeler ve kaygılar. Yürüdükçe iç sessizliğimize yürüyoruz. Derinleşiyor hayat. Uyumlanıyoruz. Doğa ile olduğu kadar kendimizle de uyumlanıyoruz. Sessizleşip derinleştikçe fark etmeye başlıyoruz. “-mış gibi”ler silikleştikçe, gerçek olanla karşılaşıyoruz.
Hayat orada yeniden yeşeriyor. Olanın ve olmayanın üzerinde bambaşka hediyelerle yeşeriyor. Samimi, gerçek, net ve derin. Tam ve bütün, huzurlu ve yaratıcı bir alan burası. Tadını çıkarın.
Dalia Maya
Meraklısına Not:
Bu yazıyı İtalyan kompozitör Ludovico Einaudi’nin Seven Days Walking (Yedi Gün Yürümek) albümünden Golden Butterflies Var. 1 – 2. Gün eşliğinde okudum. okumanızı öneririm. Einaudi Ocak 2018’de sık sık, aşağı yukarı aynı yolları izleyerek yürüyüşler yapıyordu. Yoğun karlı bir gün “Düşüncelerin fırtınanın içinde özgürce gezindiğini, tüm, şekillerin aşırı soğukta çerçevelerini ve renklerini kaybettiğini” fark etti. Bu sayede sanatçı albümde yer alan müzikal labirenti inşa etti.
Bu yazı Şalom Gazetesinin 27/01/2021 tarihli sayısında Dalia MAYA’nın İsimsiz adlı köşesinde yayınlanmıştır. İlgilenen için link: https://salom.com.tr/koseyazisi-117324-yurumek_yedi_gun_yurumek.html
Yorum yazılmamış.