Hayat kısa. Zaman geçiyor. Yaşananlar ya unutuluyor ya da hafızamız zaman içinde deneyimlerimize farklı anlamlar kattığı için onları dönüştürerek bize küçük oyunlar oynuyor. Aynı olayı yaşayan iki kişinin anlatılarında farklılık olmasının bir nedeni de bu. Öte yandan büyüklerimizi, annelerimizi, babalarımızı, en yakınımızdakileri, en sevdiklerimizi ne kadar tanıyoruz? Çoğu zaman, HİÇ. Sıklıkla -sadece- tanıdığımızı zannediyoruz. Özellikle meraklı değilsek, bizden önceki yaşamlarına dair, ara sıra, yeri geldikçe sorulan, anlatılan biraz oradan biraz buradan küçük anekdotlar dışında pek de bir şey bilmiyoruz. Bizi yetiştirdikleri dönemlere dair bile, özellikle çocuk yaşlarımızda olaylara verdikleri fiziksel ve sözel tepkileri biliyoruz da duygularına nispeten yabancıyız. Bildiğimizi zannediyoruz, tanıdığımızı zannediyoruz. Oysa bizler kendimize bile yabancıyken, bizden önce olanları ne kadar tanıyabiliriz ki? Hele yaşam ileri doğru akarken, büyüme çabasındayken, yaşamda bir yer edinme çabasındayken, kariyer yolculuğumuzda… Bilmiyoruz. Ara ara sohbetlere renk katıyorsa da anıları, çoğu zaman bilmiyoruz.
Sormuyoruz. Bazan sorduğumuzda, geçiştiriyorlar bizleri. İstemeyebiliyorlar anlatmayı, bahaneler üretebiliyorlar, renkli ve ilginç bir hayatım olmadı diyebiliyorlar. Ama sonra, bir şekilde ikna ettiğinizde bir kere anlatmayı seçtiklerinde, hoşlarına bile gidebiliyor.
Oysa, illa ki büyük işler başarmış olmaları geremiyor, illa ki madalyalar gerekmiyor. Çocukluklarında ebeveynleriyle, kardeşleriyle ilişkilerinin nasıl olduğundan, hangi yemekleri hatırladıklarına ya da hangi oyuncaklarla oynadıklarından, ne kıyafetler giydiklerine, tipik bir günün nasıl geçtiğinden sıra dışı bir tatil gününe, hatırladıkları en kötü anıdan en güzeline, evde aileden kalma eşyaların nereden geldiğinden, torunlarına mutlaka bırakmak istediklerine basit sorular onlara ve yaşamlarına, düşünce ve tepkilerine ufuklar açıyor insana. Bizlere ve dahi torunlarına müthiş bir miras. Görüntü ya da ses kaydı alıyorsanız geleceğe bir hediye. Üstelik evlere kapalı kaldıkları soğuk karşı kış günlerinde içimizi ısıtan bizleri birbirine yaklaştıran harika bir sohbet konusu. Ya da yalnız kaldıkları zamanı renklendirecek güzel bir günlük denemesi. Annemle bugünlerde başladığımız böylesi bir yolculuğumuz var. Tavsiyemdir.
***
Mayıs 2018’de Vakıflar Haftası nedeniyle Büyük Edirne Sinagogunda ‘Edirne’de Karşılaşmalar’ sergisini yapmıştık. Edirne’de doğmuş ya da Edirne’de yaşamış topluma bir şekilde faydası olmuş ancak zaman içinde silikleşip tarihin karanlık mağaralarında unutulmuş kadınların birbirleriyle ve bizlerle zamanın ötesinden buluşmasıydı bu sergi. Küratörü de olduğum ve açıldığı zaman çok ses getiren bu sergi için günler geceler boyu arşivlerden bilgi aradım. Bu arada bu köşeden de bir çağrı yaptım, hatırlayanlara, anlatsınlar, paylaşsınlar.
O günlerde bir e-posta geldi. Sırrı Doğan Demirer imzalı. Mücevher gibi bilgiler. Şehrin gündelik yaşamına katkıda bulunan birçok kadına, Şapkacı Sümbül’den, Pansiyoncu Ana-Kız’a, Avukat katibesi Sultana’dan Eczacı Cavidan’a dair. Kısacık, ama gerçekten insanın ısıtan bilgiler. Anekdotlar var, fotoğraf yok! Sergiyi oldukça zenginleştiren video anlatıları fikri oradan çıktı.
Sonradan kaybettik Doğan Bey’i. Nurlar içinde olsun. Ancak onun 1930 yılbaşı gecesi Edirne’de başlayan, hakimlik görevi nedeniyle Anadolu’nun çeşitli köşelerinden geçtikten sonra 2019’da yine bir yılbaşı gecesi Edirne’de vefatıyla tamamlanan hayatını, büyükleriyle ilgili anılarına, tarihe dair hatırladıklarını fotoğraf tutkunu oğlu Ahmet Gökhan Demirer toparlamış. Balkan içlerinden Edirne ve Çatalca’ya savaşlar ile savrulanların ve onların ardından gelen bir Cumhuriyet kuşağının memleket tanıklığına dönüşen anılarını akıcı, keyifle okunan bir kitaba toplamış. Edirneli bir çiftçinin kızı Talia Yaveroğlu ile Edirneli bir devlet memurunun oğlu Sırrı Doğan Demirer’in Harp Yılları dediği II. Dünya Savaşı yılları Edirne’sinde geçen çocukluk ve ilk gençlik yılları ile oralardan seksenler Türkiye’sine uzanan öğretmenlik ve hakimlik yıllarından anıları, tanıklıkları ve aile albümleri olarak özetlemek olası ‘Edirneli İki Harp Çocuğunun Memleket Anıları’. Kendilerini tanımasanız bile nice unutulmuş geleneğe, olaya, yaşanmışıklara gönderme yapan, yumuşak, keyifli ve değerli bir kahve saati okuması. Geçmişimizi geleceğimize bağlayan bir miras.
***
Miras deyince, geçtiğimiz günlerde satışa çıkan bir başka kitaptan daha bahsetmemek olmaz. Taşlara Kazınan Yahudi Kimliği. Antik kazılarda gün ışığına çıkan mezar taşları, yazıtlar ve bazan da bünyesinde sinagog yapılarını barındıran kalıntıların izinden Yahudi kimliğinin Anadolu coğrafyasındaki varlığını MÖ 5. yüzyıla kadar taşıyan bir kültür mirası ile bir buluşma. Yurtdışında yaşayan kazı başkanları ile temasa geçilip kendilerinden ilgili bölgede kazılara ilişkin makaleler alınıp fotoğraflarla zenginleşen bir kitapta toplandı. Serginin küratörü Çiğdem Öner. Serginin ve kitabın yapımcısı Türk Musevileri Müzesi. Tarih ve arkeoloji meraklıları kadar bugünü doğru anlamak ve yorumlamak için geçmişi bilmek gerektiğini düşünen herkes için değerli bir kaynak.
Dalia Maya
Bu yazı Şalom Gazetesinin 26 Ocak 2022 sayısında Dalia Maya’nın İsimsiz isimli köşesinde yayınlanmıştır. İlgilenen için link: https://salom.com.tr/koseyazisi-121062-en_ozel_miras.html
Meraklısına Not:
- Ahmet Gökhan Demirer’in yayına hazırladığı Edirneli İki Harp Çocuğunun Memleket Anıları Retro Basım yayından çıktı, internette bkmkitap.com adresinde satışta.
- Taşlara Kazınan Yahudi Kimliği kitabını ise (iki dilde /Türkçe ve İngilizce basılı) Türk Musevileri Müzesinde satışta. Şahsen ziyaret edebileceğiniz gibi, info@muze500.com adresinden mail ile de başvurabilirsiniz.
Yorum yazılmamış.