Bunun yerine Caddebostan’da Amerikan Dershanesinin yönettiği bir kız kampına gönderirlerdi beni her yaz iki haftalığına. Eğlencesi bol, sporu, denizi yüzmesi keyifli bir ortam olurdu. Müdürümüz de zaten annemin yakın arkadaşı olduğundan, bırakır beni orada iki hafta hatırlamazlardı bile. Unuttuklarından değil tabii. Ama mesafeler uzak, gelmesi gitmesi eziyet diyerek o hafta sonu gelmediklerinden, herkesin ailesi çocuklarını görmeye gelirken ben küskün, beklerdim saatlerin geçmesini. Ondandı unutulmuşluk hissi, yoksa bilirdim beni çok sevdiklerini.
Neyse günlerden bir gün, ben böyle küskün, belki de kırgın… ama serde büyüklük var, göstermediğim gibi ruh halimi dışarı, gezerken ortalarda kamp alanı benimmiş gibi… Atışmaya başladık kızlardan biri ile.. Bugün bile aklımda kızın ismi de, görünüşü de. Oysa sokakta görsem tanımam artık herhalde onu. O da beni herhalde, aklının bir köşesine –eminim- yer etmişse de yaptıklarım.
Ne oldu hatırlamıyorum. Konu neydi, ne zaman fizikselleşti? Kavga ettik mi? Etmedik mi? onu bile bilmiyorum bugün. Ne olduysa olmuş, olasılıkla zıvanadan çıkmış, delirmiş ama cidden delirmiş, başka bir boyuta geçmiştim anlaşılan.
Biran gözlerim açıldı. Kendime geldim. Ne yapıyordum ben böyle? Ellerim Oya’nın boğazında kenetlenmiş, zavallımın suratı soyadı olan Kayısı gibi kızarmış! Nefes alamıyor! Aman Allah’ım bu ben miyim? Bu eller benim mi? Oysa ne çok severdim Oya’yı. Belki en yakın arkadaşımdı o kampta. Hasta da bir annesi vardı. Nasıl yapardım ben onlara böylesi bir kötülük!!! İnanasım gelmiyordu. Ancak gerçek de ortada!
Üç gün konuşmadı Oya, konuşamadı. Bir ömür gibi süren üç gün! Bir ömür, yaptığımın altında ezildiğim! Evdeki bir sineği, bir karıncayı bile görünce, onlara zarar verilmesine engel olan ben, kendim öldüremediğim gibi, aileme de flit kullanıyorlar diye kızan ben…. Neler yapmıştım böyle? Ve nasıl da korkmuştum, Oya ölecek, annesi kahrından hastanelere düşecek, ben ise hapishanelerde çürüyeceğim diye. Üç gün ayrılmadım yatağının başından. Ayrılamadım. Her an yüzünü silerek, ona su içirmeye çalışarak.. kendimce iyi olmasına katkıda bulunmaya çalışıyordum.
Derken sonunda bir öksürük nöbetinin ardından çözüldü. Meğer boğazına koskoca bir balgam takılmış, ondan konuşamıyormuş onu. O çözüldü, ben rahatladım, barıştık herhalde. Hatırlamıyorum. Bir daha görmedim Oya’yı, hatta bir daha kampa gittim mi? Hatırlamıyorum.
Ama o gün anladım, kimseyi yargılamamak gerektiğini. Ve hatta ben şöyleyim, ben böyleyim diye kendini kendine bile etiketlememek gerektiğini. Her insanın bir sınır noktası olup, o sınıra gelindiğinde her şeyi yapabilecek güçte olacağını. Asıl meselenin bu gücün farkında olup, o gücü, topluma yararlı bir amaç için kullanmaya yönlendirmek gerektiğini.
Ne dersiniz? Sizin sınırınız nerede?
Dalia MAYA
18/11/2012
21:17
Yorum yazılmamış.