Mart 28, 2024

ÖZEL GÖSTERİM: İDİL BİRET – BİR HARİKA ÇOCUĞUN PORTRESİ

ÖZEL GÖSTERİM: İDİL BİRET –  BİR HARİKA ÇOCUĞUN PORTRESİ

Eytan İpeker ve Yoel Meranda’nın yönetmen ve yapımcılığını üstlendiği “İdil Biret: Bir Harika Çocuğun Portresi” belgeseli İKSV’nin düzenlediği Film Festivalinde, bu günlerde ilk defa izleyicinin karşısına çıkıyor. Eytan ve Yoel ile film henüz gösterime girmeden evvel buluştuk. Çalışmalarını, belgeseli, heyecanlarını konuştuk.

Fotoğraflar: Tania SİSA

 

Uzun bir yolculuk bu… Çok farklı yolların kesiştiği bir noktada başlayan, daha doğrusu o kesişme noktasında başladığını var saydığımız üç kişinin yaşamlarının kesişmesi ile açığa çıkan uzun bir yolculuk.

Öncelikle, henüz daha 5 yaşlarındayken harika çocuk olarak adlandırılan, çok özel bir yasa çıkartılarak Paris’e müzik eğitime gönderilen o munis kız çocuğunun yolculuğu… Harika çocuk; bildiniz tabi, İdil Biret.Idil Biret ve hocasi Nadia BoulangerAma aynı zamanda çocukluklarından itibaren sanatla, filmle, müzikle haşır neşir büyüyen iki gencimizin, Eytan İpeker ve Yoel Meranda‘nın yolculuğu…

 

İlk kesişme, Eytan’ın o kitabı alıp okunmasıyla gerçekleşiyor. O kitap, Dominque Xardel’in kaleme aldığı “İdil Biret: Dünya Sahnelerinde bir Türk piyanist”. Kitabı okuyor Eytan, yalnız kitabı değil, kitap tanıtımlarını, eleştirileri de okuyor.  Röportajları da okuyor. Zaten klasik müzikle ilgili, kendisi de piyano çalıyor ama yine de kitabı sadece bir piyanistin müziğe yaklaşımı gibi değil, ama aynı zamanda kendi hayat hikayesini anlamak için de okuyor. Çok ilginç olan bu hayat hikayesini bir de kendi filmcilik anlayışı ile işlemek istiyor. Diyor ki kendi kendine “bunu ben şimdi yapmazsam, kesin bir başkası yapacak“. Öyle olmuyor gerçi, İdil Biret’le yazışıyor. Kendini tanıtıyor, filmciliğini, müzik ile ilişkisini, sevdiği müzikleri, sanatçıları, İdil Biret belgeselini yapma isteğini paylaşıyor. Projeye bakışını anlatıyor. Geçmişini, sanata ve yaşama bağını, kişiliğini paylaşıyor. Belki en çok da heyecanını yansıtıyor. Aynı dönemlerde İdil Biret Ankara’da Polonyalı şef Antoni Wit ile Beethoven kayıtlarını yapıyor. Kaçırmak istemiyor Eytan bu kayıtları. Bir şekilde başlıyorlar. Ancak Eytan tek başına, hayalindeki proje büyük, arkasına alacak bir yapım şirketine ihtiyacı var. Böcek giriyor o sırada devreye. Destek oluyor projeye. Yıl 2008. Oradan bir yapımcı ile başlıyorlar çalışmaya…

Bu aralarda, Eytan’ın çocukluk arkadaşı Yoel de giriyor resme. Birlikte, bir de İzmirli arkadaşları Can Eskinazi ile Kamara Film’i kuruyorlar. Sonradan Can şirket ortaklığından ayrılsa da üç arkadaş günümüzde de beraber çalışmaya devam ediyorlar. Ticari açıdan reklam filmleri yaparken, bir yandan da hiç bir ticari kaygı gütmedikleri festival filmleri, deneysel filmler vs yapıyorlar. Eytan yönetmen, Yoel yapımcı. Ancak sınırlar hiç bir zaman keskin çizilmiş değil. Birlikte çalıştıkça birbirlerini daha da iyi tanıyorlar.

Belgesele dönecek olursak, kriz geliyor. Belgesel gerek farklı ülkelerde çekimlerin maliyeti gerekse de ağırlıklı arşiv kayıtlarına ödenmesi gereken yüksek telif hakkı bedelleri yüzünden donduruluyor. Görüntüde donduruluyor, ama yüreklerde donmuyor… Nihayet 2014 yılında sponsor krizi çözülüyor. Koç Vakfı ve Böcek Film sponsorluğunda bir Böcek Film/Kamara ortak yapımı olarak projeye tekrar start veriliyor.

Boş geçmiş sanılan beş yılın aslında tam da boş geçmediği ortaya çıkıyor. TRT bu zaman zarfında arşivlerini dijitalleştirmiş. Tekrar TRT’ye gittiklerinde, orada İdil Biret’e ait ne görüntü varsa hepsi karşılarına çıkıyor.   “1972-74 yıllarına ait, İdil Biret’in de uzun zamandır görmediği veya hiç bilmediği görüntüler bulduk. Tabi bu sayede belgesel de kendi kendine büyümeye başladı” diye açıklıyor Eytan. Öte yandan bir de yabancılaşma meselesi ortaya çıkıyor. Bir taraftan teknik ekipmanlar değişmiş, gelişmiş; bir taraftan da Eytan dönüşmüş gelişmiş: “İlk başladığım zamanki sinema bilgimin üzerine arada bir sürü film gördüm , bir sürü şey yaşadım, bir sürü şey geçti başımdan, neyse, sonuçta insan olarak da değiştim bu süreçte. O anlamda, filmi ilk kere 2014te tekrar izlediğimde bütün o aradan sonra, yıllar önce sinemaya nasıl baktığımı çok net gördüm. İlk başta başkasının filmi bu, benim filmim değil gibi bir his oldu. Bayağı yabancılaşştım kendi yaptığım işle. Bıraktığım yerdeki belgesel anlayışımla şu andaki belgesel yaklaşımım o kadar farklı ki. Hani sanki ben kurgucuyum ama bir yönetmen eksik, yönetmen ben değilim gibi bir duygu hakimdi. Sonra yavaş yavaş bir şekilde, arayı bulmaya çalıştım. Kendi eski halimle şu anki halim arasında bir orta yol buldum.”

NASIL BİR BELGESEL?
Yaptığımız düz mantık kronolojik bir hayat hikayesi değil. Bir anlamda hep günümüzden geçmişe atlamalar var. Piyanist olarak ama aynı zamanda bir karakter olarak da İdil Biret’in portresini sunmak istiyoruz.

NASIL BİR PORTRE?
Bir belgesel yapmak, belgeseli yapılan kişinin yaşamına dahil olmaktır bir anlamda. Nitekim çekimler için İdil Biret’in Paris’teki, Brüksel’deki evlerine gidiyorlar, konserlere gidiyorlar, birlikte bir Mavi yolculuk yapıyorlar. Paylaştıkları ve çekimini yaptıkları ev hallerinin hepsi girmiyor belki belgesele, ancak sanatçının kişiliğini yaşıyorlar. Tarzından, duruşundan, alçak gönüllülüğünden, entelektüel birikiminden ama en çok da o çocuksu heyecanından etkileniyorlar. “Hakikaten sanatını bu kadar iyi yapan, yüzeysel şeylerle hiç ilgisi olmayan bir sanatçı” diye açıklıyor Yoel Meranda, “Hiç bir şovu yok. Çalarken ben büyük bir şey çalıyorum havalarına giren bir hareketi yok. Tarzında da yok, giyiminde de yok, kendinden bahsederken de yok. Çok alçak gönüllü. Ama bir taraftan da çok okumuş, çok meraklı. Sinema konuşabiliyorsunuz, heykel konuşabiliyorsunuz. Alakasız bir şeyden Osmanlı’nın bir savaşına takılmışım ben, bir şey söylüyorum, biliyor, savaşın detaylarını falan biliyor. İnanılmaz bir kültür. Belgeselde bir röportajda biri şöyle diyor: “ne zaman uyuyor ben anlamıyorum.“ Şu kadar müzik çalışacaksan, sonra da bu kadar bilgili olacaksın. Sadece bu da değil, genel yaklaşımı sanata yaklaşım biçimi. İnsan çok şey öğreniyor Yani illa müzisyen olunca orda durmuyor.” Konu İdil Biret ise Yoel’in heyecanı gözlerinden okunuyor. Sözü Yoel’den kapıp devam eden Eytan’ın da öyle “Genelde müzisyenler sadece müzik konuşurlar. Müziği çok iyi bilirler, genel kültürleri de bir derece vardır. Ama o; her anında merak var. Çocuksuluk var İdil Biret’te sürekli bir merak. Bence bu kadar çok kaydetmesi de meraktan. Başka bestecileri merak ediyor, Başka eserlerde ilginç yerler buluyor. Bir yerde hani bir şey bulup beni en iyi ifade eden eser bu deyip onu bir kaç kere kaydetmek değil; onu heyecanlandıran başka bir şey bulsun onu incelesin.

Öte yandan çok kişiselini paylaşan bir insan değil. Hem tanışğınızda çok sıcak bir insan, sürekli konudan konuya atlayabilen, genel kültürü inanılmaz olduğu için acayip keyifle muhabbet edebileceğiniz, sizi çok rahat ettiren bir insan. Bir yandan da kendi içine çok kapalı bir tarafı da var.” Konu belgesel olunca, Eytan ile Yoel’e de güvenince, onlara çok şey paylaştığını inkar etmiyorlar. Çocukluk eserlerini çalmış onlara ve 5 yaşlarında yazdığı eserleri ya da o yaşlarda çizdiği resimlerin belgeselde kullanılmasına izin vermiş.

Tabi ki çok büyük güven var” diye ekliyor Yoel, “Kendine ait sınırları var. Kendi yaşamı zaten çok geniş. Bunları görmek, o açıklığı görmek çok etkileyici. Bir kere o gözlerindeki parıltı. Yeni bir şey keşfetmek ihtimali çıktığı anda, başlıyor gözleri parlamaya. Ve o olgun piyanist değil, 7 yaşındaki çocuk çıkıyor o tekrar ortaya. Şimdi sorsanız yeni kayıt nasıl gidiyor “bilmiyorum. Zor tabi” der, böyle konuşur “ çok çalışmak lazım. Notasında şöyle problemler var. O yüzden emin olamıyorum. Şu böyle çalmış. Geçen gün şöyle düşündüm. Bilemiyorum nasıl çıkacak.” Yani şimdilerde moda olduğu gibi, bir böbürlenme falan yok. Huzur bu; İç huzur!!!

İKSV İLE BULUŞMA VE VARLIĞI BİLİNMEYEN BELGELER
Henüz bitmediği bir noktada belgeseli film festivaline gösteriyorlar. “İlgilendiler, göstermek istediklerini söylediler” diye devam ediyor Eytan Koç Vakfı ve Böcek Yapım’ın değerli destekleri olmasaydı bu filmi gerçekleştiremezdik.. Onun dışında aslında çok kısıtlı imkanlarla yaptığımız bir proje ama şey keyifliydi çok farklı görüntüleri birleştirdik. Hem geçmişten görüntüler var bir sürü arşiv görüntüsü bu proje araştırma sürecinde bulundu işte aslında kendilerinin de varlığını bilmediği şeyler çıktı ortaya , örneğin zamanında sanıyorum idil Biret 11 yaşında olması lazım, Arthur Rubinstein İdil Biret’i tv programına çıkartıyor ve seyircilere tanıtıyor, bunun gazetelerde İdil Biret bun Fransız televizyonuna çıktı diye bulabiliyordunuz ama bu kadardı. Bunun ses kaydına ulaştık. Televizyon arşivlerinde görüntüyü tutmamışlar ama ses kaydını bulduk. Fransız arşivleri ile bağlantıya geçtik, bunlar tabi hepsi süreç. Ne aradığımızı paylaştık onlarla. Yazıştık karşılıklı. Onlardan çıktı o, onun dışında yine Fransız arşivlerinden daha önce olmadığını, olduğunu bile düşünmediğimiz başka bir görüntü daha karşımıza çıktı. İdil’in hocası, çok ünlü bir piyano ve müzik öğretmeni. O zamanlar Bernstein’dan Philip Glass’a herkesin ders almaya gittiği Fransa’da Nadia Boulanger diye çok meşhur bir kadın. Genelde çocuklara ders veren biri değil. Bayağı çok daha ileri seviyede öğrencileri var. İdil Biret’i zamanında çok istisnai bir öğrencisi olarak alıyor ve bütün eğitimini de kendi üstleniyor. Fransızca hocasına kadar o ayarlıyor, ona çaldığı, daha geç bir dönemden, 20li yaşlarından sanıyorum, bir görüntü bulduk. Ki mesela olduğunu bile bilmiyorduk.”

KAMARA FİLM BAŞKA NELER YAPIYOR
İdil Biret Belgeselini, İKSV Film festivalinde gösterilmesinin ardından müzik festivalinde göstermek gibi bir çabaları var. Yurt dışındaki festivallere de göndermek istiyorlar. Ancak tüm görüşmeleri İstanbul Festivalinin ardından başlatacaklar. Bir yıl içinde de DVD’sini çıkarmayı planlıyorlar. DVD’nin İdil Biret’in çalıştığı uluslararası dağıtım şirketi Naxos ile dağıtılması düşünülüyor.

Aynı zamanda, Kültür Bakanlığı destekli bir uzun metraj film projesi üzerinde çalışıyorlar. “Sinema filmi” diye açıklıyor Yoel. “Fransız Arte kanalının ortak olduğu sinema filmi, kara mizah. Eylül ayında çekiyoruz. Mehmet Can Mertoğlu diye bir senarist yönetmen arkadaş var. Onun bir kısa filmini beraber yapmıştık, şimdi onun çekiminin hazırlıkları, finansmanının geri kalanının toplanması gibi koşturması var. Bir de çekim hazırlıkları

Bir de bir kısa metraj projesi yaptık.” diye hatırlatıyor Eytan “O da 2015’te bitti” İkisi neredeyse tek beyin olmuş gibi, birinin başladığı cümleyi diğeri bitirecek nerdeyse.

IMG_1009lrYoel: Eytan’ın bir kısa filmini çektik. Gözlem Gazetecilik sponsorluğu ile. Türkiye-Polonya ortak yapımı olarak. Baş rollerini Nazan Kesal ve Hakan Çimensel’in oynadığı Dağınık Yatak filmi. Onu bitirdik. Onu da yurt dışına festivallere götürüyoruz O da çok inandığımız bir proje. Bu vesile ile de Gözlem Gazeteciliğe çok teşekkür ediyoruz tekrar.” Gözlem Gazetecilik, hatırlarsınız, daha önce de Eytan’ın Dantelacı filmine sponsor olmuştu. “Hakikaten çok büyük bir güven sonucu bize destek oldular. Nihayet onu bitirebildik ve şimdi çok güzel tepkiler alıyoruz yurt dışından ama daha henüz net bir şey yok .”

PEKİ YA TİCARİ KAYGILAR?
Yapımcı olarak bu noktada saz Yoel’in elinde. “Bu filmler bizim ticari beklentilerle yola çıktığımız projeler değil. Sanatsal olarak inandığımız projeler. İdil Biret belgeselinden, Eytan’ın kısa filminden herhangi bir beklentimiz yok. Uzun metraj, sonuçta Fransa’da, Almanya’da dağıtılacak. Uluslararası olarak gösterilmesi bizim için önemli. Ama gişe filmi değil. Belli de olmaz. Sonuçta çıktığı zaman bunun bir getirisi olabilir. Ama biz hiç bir projeyi bu film bize kaç para getirir üzerinden seçmiyoruz. Bu filmin olması bizim için ne kadar önemli ona bakıyoruz. Bu arada da reklam çekiyoruz. Bir şekilde reklamlar yoluyla şirket ayakta kalıyor. “

IMG_1060lrEytan: Şirketi ilk kurduğumuzda aldığımız kararlardan biri idi bu: biz bu tarz kreatif projeleri istiyoruz sonuçta bünyemizde. Koreograf Aydın Teker’in bir dans filmi olarak tanımlayabileceğim kısa bir filmi vardı. Zaten bu tarz projeler birbirini çeker ve biz zaten böyle şeyler yapmak istiyoruz. düşüncesiyle bu projeyi aldık ve dünyada çeşitli festivallere yolladık. Aydın Teker’in Baba Dansı diye kısa filmi. Geçenlerde İzmirli arkadaşımız Can Eskinazi bir kısa filmini çektik. Yaz Gecesi Gökyüzü isimli bu kısa film de kurmaca. Antalya film festivalinde gösterildi, şimdi Ankara’da festivalde gösterilecek.

Bunlar bizim için getirisi olan işler değildi belki ama gerçekten yapmak istediğimiz işler böyle işler. Bir yandan da tabi dengeliyoruz.”

Yoel: “Reklam konusunda ise değişik ajanslarla konuşuyoruz. Yurt dışında değişik ajanslara iş yapıyoruz, animasyon yapıyoruz. Klip falan da çekiyoruz. Genelde biraz daha kendimize özgü tanıtım filmlerimiz var. Avustralya, Hollanda, İsviçre gibi bazı yerlere iş yapıyoruz.”

Dalia MAYA
Nisan 2015

Bu yazı Şalom Derginin Ekim /2015 tarihli sayısında yayınlanmıştır. İlgilenen için link:Özel Gösterim

Benzer yazılar

Yorum yazılmamış.