Bunca zamandır bu sayfalarda sizlerle yazılarımı paylaştıktan sonra eğer kendimi bir gazeteci olarak tanıtabilmek hakkım varsa, bu işin en sevdiğim yanlarından biri sürekli yeni ve değerli insanlarla tanışıp bu insanların yaşamlarından, amaçlarına, vizyonlarından uygulamalarına anılarını dinlemek, hayallerini geçekleştirmelerini görüp öğrenmek, hayata kattıkları güzelliklerden ilham almak ve ilham verebilmeleri için paylaşmak sanırım. Zaman içinde tanıştığım bu insanların kimi bir röportaj süresince bazısı ise ömürlük dostlar olarak yaşamıma katıldılar.
Genel olarak kötünün, acının ve yokluğun vurgulandığı modern dünya ortamında topluma faydası olan insanları başka bir dünya yaratmanın mümkün olduğuna inanarak birer ilham kaynağı olmaları amacıyla köşeme taşıyorum. Bazan, çok nadiren, bireysel bir konuya girmek söz konusu olabiliyor.
Bu hafta bir çağrı gündemimde… Ancak bu arada 2. Köfte Şenliği için bulunduğum Tekirdağ Süleymanpaşa Belediyesinin yaptıklarından bahsetmeden geçemeyeceğim. Ülkemizin birçok köşesinde çoktan unuttuk biz belki ama Süleymanpaşa Belediyesinin Başkan Ekrem Eşkinat liderliğinde yaptıkları gerçek belediyecilik örneği. Sanat, eğitim, sporculuk konusunda halkına uluslararası düzeyde alan açan, herkesi kucaklayan, amacı acil ihtiyaca balık yedirirken balık tutmayı da öğretmek olan, toplumu bir bütün olarak daha yukarı düzeye taşıyan bir belediye. Pırıl pırıl sokaklarında, mesela her yıl düzenli gerçekleştirdiği uluslararası heykel sempozyumunun ardından tüm katılımcı sanatçıların eserlerinin sergilendiği Güven ve Barış Parkında gezerken, ya da Türkiye’nin tek Müzik Teknolojileri Müzesinde İstanbul kemençesi ile bilgi alırken, yedi ülkeden 56’sı yabancı 314 8-14 yaş optimist yarışlarını izlerken ve Başkan Eşkinat hala “daha ne yapabilirim diye” bize de sorarken aslında görev şimdi biraz da bize düşüyor. Tekirdağ Süleymanpaşa’yı artık Türkiye’nin turizm bölgesi haline gelmesi için şehirden kaçış programlarımıza mutlaka burayı eklememiz gerek kanımca. Ama Bağ Bozumu, ama rakı-balık, ama sanat ama spor… Ancak dikkat, böyle bir gezi kendi belediyelerimizden beklentimizi yükseltme tehlikesi doğurabilir.
Duyanlar duymayanlara duyursun…↔↔↔
Tekirdağ’dan döner dönmez, başka bir güzel insanla tanışmak üzere, yarım günlüğüne İzmir’e uçuyorum. Günün anlamına istinaden elimde, Rita Ender’in İletişim Yayınlarından yeni çıkmış kitabı Aile Yadigârları… “Çoğu için ‘aile yadigarı’, bir nesnedir diyor kitabın arka kapağında, birisiyse ‘anılarım’, diyor. Birisi anneannem cevabını veriyor.” Bir taraftan okurken, bir taraftan düşünüyorum benim aile yadigârım ne diye. Yaşamlar boyunca saklanagelen, nesilden nesle anlamları değişerek aktarılan, eşyalar, anılar, şarkılar, yemekler, tabii ki fotoğraflar. O kadar çoklar ki…
Aileden olmayan aile yadigârları da var kimilerimizin evlerinde. Başka ülkelere göçen dostlardan -belki de küçük bir destek olma adına- satın alınmış olanlar… Bir de Mübadelede, ya da diğer zorunlu göçlerde komşuların, arkadaşların bir gecede ülkeyi terk ederken geride kalanlara ‘bırakılan’lar… Bir gün geri gelindiğinde alırım diyerek… Yıllarca özene bezene saklanan kristaller, gümüşler… Her bayram öncesi büyük temizliklerde dolaptan çıkarılarak aklanıp parlatılan. Ama asla sahiplenilmeyen. Kullanılmayan, sergilenmeyen vitrinlerde –ki şimdilerde vitrinler de giderek uzaklaşıyor hayatlarımızdan. Annelerin, kayınvalidelerin “Bu parça şu komşumuzundu, giderken emanet bıraktı bize, aman gözün gibi bakasın. Bizim değil bu. Bir gün geri geldiklerinde alacaklar” diye nasihat ettikleri… Hâlâ dolap bekler o emanetler… Nesiller değişir, kimse gelmez geri, gelemez. Birlikte oynadıklarımızın, dertlerimize ortak olanların, şen sofralarımızı paylaştıklarımızın, artık birbirini kaybetmiş, giderek unutulmuşlar denizine gömülmüş hikâyelerin torunlarıdır onlar… Kayıp arkadaşlar sır küpü gibi sakladıkça yaşamlarının bir bölümünü, hikâyeler de bazan bir eski bir fotoğrafta, bazan aile içinde dile gelen bir sözde, bir gözyaşında sızar, şanslıysanız eğer, gün ışığına.
Kayıp Arkadaşın izinde: Dina Kohen nerdesin?
Öylesi bir hikâye güneşli ve keyifli bir İzmir gününde beni yakalayan da.
Sıdıka Ümeyme Üge, 93 yaşında pırıl pırıl gülümsemesiyle karşılıyor beni, oğlu ve kızı yanında… Hatırlıyor Ümeyme. Kitaplar doldurabilecek aile hikâyeleri hatırlıyor bölük pörçük. Ve tarihin karanlıklarına biraz yaşananların zorakiliği yüzünden bile isteye gömülmüş sırlar saklıyor. Selanik’ten gelen bir anneanne hatırlıyor, Müveddet Kuzucuzade. Osmanlı’nın son hariciye nazırı bir büyükbaba… Uşak Devlet Hastanesinin başhekimi operatör bir baba, Dr. Kudret Üge… Daha o yıllarda, at binen, bisiklet süren, yüzen, koşuya çıkan ülkemizin aydınlık bir yüzü. Hatırlıyor Ümeyme Üge. Komşu kızı Dina’yı hatırlıyor. Osmanlı Bankası Uşak Şube Müdürü Marko Kohen kızı Dina’yı hatırlıyor. İlkokulu birlikte okumuşlar… Ama zaman içinde görevler, göçler… Kaybetmişler birbirlerini. Oysa bayramlar kutlanırmış Uşak’ta birlikte… Ev ziyaretleri yapılır, şen sofralar hazırlanırmış. Bir de kardeşi varmış Dina’nın Hayim adında. Aklına düşmüş Ümeyme’nin son yıllarda Dina… Gönlüne düşmüş. Özlemle anar olmuş onu. Acaba hayatta mıdır hâlâ, kendisine, ya da değilse, çoluğuna çocuğuna ulaşmak mümkün müdür? Arayışa koyulmuşlar. Arıyoruz şimdi birlikte, dünyanın neresinde olabilecekse, 1937 yılından birlikte fotoğraflandıkları, Uşak’ta Osmanlı Bankası Müdürü Marko Kohen’in kızı, Ümeyme Üge’nin arkadaşı mavi gözlü Dina Kohen’i (fotoğrafta en solda). Tanıyanlarını arıyoruz. Varsa aranızda, ses verin, ulaşın bana. Kayıp bu arkadaşlık sızsın gün ışığına, bizler de mutlu edelim bu asırlık hanımefendiyi.
Duyanlar, duymayanlara duyursun.
Dalia MAYA
Bu yazı Şalom Gazetesinin 10 Ekim 2018 sayısında Dalia MAYA’nın İsimsiz isimli köşesinde yayınlanıştır. İlgilenen için link: http://www.salom.com.tr/haber-108278-duyanlar_duymayanlara_duyursun.html
Yorum yazılmamış.