Turgutlu’da harika bir kent müzesi olduğunu biliyor muydunuz? Bu yaz tatilinizi Ege’de yapmayı düşünüyorsanız, Turgutlu Kent müzesini de programınıza alın derim. Birlik içinde yaşamak nasıldı hatırlamak için.
“Orda bir köy var uzakta… O köy bizim köyümüzdür. Gitmesek de, görmesek de o köy bizim köyümüzdür.”
Çocukluğumuzdan beri hep söylediğimiz… Her gezide, her yürüyüşte ağzımızdan dökülen… Bizim dediğimiz! Bizim dediğim ama aslında -meğerki- ‘bizim’i hiç anlamadığım! İçini tam olarak dolduramadığım!
Doğduğum, büyüdüğüm, havasını kokladığım, suyunu içtiğim, toprağından beslendiğim şehir-i İstanbul’da dahi benim derken bir yersiz yurtsuzluk hali. Bir yalnızlık, yıllar geçtikçe daha da artan bir kabul edilmezlik hali… Öyle bir duygu ki, nereye gitsem beni takip eden, bir gölge misali benimle gelen bir haymatlosluk hali. “Her yerde yaşayabilirim ama hiç bir yer ben değil” hali.
Anadolu hep göçmenler dolu zaten. Yüzyıllardır insanlar, halklar oradan oraya sürülmüş, yer değiştirmiş, yerleşmiş, tekrar taşınmışlar… Biz Yahudiler de öyle. İkinci nesil değilim ben… Ama daha da öncesine gidince baba tarafımdan dedemler Edirne’de gözüküyorlar, anne tarafım İzmir, daha öncesi Manisa. Daha da önceleri? Bilinmiyor pek. Üç-dört nesilden geriye gidemiyorsunuz eğer atalarınızdan birileri merak edip de yüzyıllar önce aile ağacı çıkarmaya başlamamışsa.
Tobie Nathan’ı dinliyorum, bir anlamda beni bana anlatıyor. Mısır’da bir Yahudi aileye doğmuş, ama Mısır’dan Yahudilerin kovulduğu dönemde henüz çocukken Fransa’ya yerleşmiş bir etnopsikolog o. Göçmenlerle çalışıyor. Göçmenlik halleri üzerine konuşuyor. İnsanlar göçüp geldikleri yerlere yerleşseler, orayı vatan belleseler bile, bu yeni topraklarda doğmuş, oranın lisanı ve kültürüyle yoğrulmuş gelecek nesillerin bile göçün etkisini yaşadığını anlatıyor. “Üçüncü nesiller bir boşlukta buluyorlar kendilerini” diyor, “Sahipsiz, geçmişsiz, mezarsız hatta… Hele hele geleneksel hikayelerinden, büyükanne büyükbaba anlatılarından, masallardan, şarkılardan eksik kalınca…” Yersiz yurtsuz hissetmek doğalmış meğer.
Ta ki günlerden bir gün, çok da geç kalmadan bir gün bir yolunu bulup da ata yurdunuza, geçmişe bir yolculuğa çıkana dek. Orada sizi bekleyen hediyelerle karşılaşıyor insan. Anlatılar, anılar, hikâyeler, insanlar… Güzel insanlar… Size hikâyelerini anlatan ata dostları… “Siz-biz yok… Biz varız, biz hepimiz biriz, atayurduna hoş geldin” diyen güzel insanlar. “Biz kaybettiğimiz teyzelerimizi, kardeşlerimizi ağırlıyoruz bu gün” diyen güzel insanlar. Hatta şanslıysanız, çok şanslıysanız oranın müzesinde kendinize ait bir şeyler buluyorsunuz. Bir şekilde insanlar göçmüş ya bu diyardan ya bu dünyadan ama anıları kimi zaman kırpık kırpık; kimi zaman çocukluğunuzdan beri duyduğunuz bilgilere ek, bazan da hiç bilmediğiniz aile hikâyelerinin kapısını açan…
Geçtiğimiz hafta bir günümü Manisa Turgutlu’da ortalama 75 yaşında gençlerle geçirdim. Her biri ayrı siyasi görüşten olsa da, Turgutlu’da dahil oldukları grupların üst yönetimlerinde bulunmuş gençlerdi onlar. Farklı görüşten de olsalar bir arada bir hedefe doğru öyle güzel sohbet edip konuşuyorlardı ki! “Neyi paylaşamıyoruz?” diyorlardı. “Birlikte büyüdük, birlikte misket oynadık, ilkokulda, lisede aynı sıralarda dirsek çürüttük. Şimdi de birlikte Turgutlu Kent Müzesini geliştirmek için çalışıyoruz. İşte müzede Yahudi, Hristiyan, Müslüman; Turgutlu’nun geçmişine dair herkes bir arada dile geliyor. O günlerin birlikteliğini yaşayabilmenin yolunu bulmamız gerek” diyorlardı. Türkiye’nin halkının da büyük çoğunluğunun zaten bir yerlerden geldiğini dile getirdiler. Bu kadar farklılığın zenginliğini hatırlasak keşke; ötekileştirici değil, birleştirici olmayı hatırlasak…
Ne güzel bir ülkemiz, ne güzel geleneklerimiz, anılarımız var aslında. Hatırlasak bir!
Turgutlu’da müzenin bahçesinde sohbet ederken ya da eski Yahudi mahallesinin sokaklarını arşınlarken o kadar çoğu dile geldi ki!
Ramazan’ın son günlerinde Musevi ve Hristiyan komşuların bir araya gelip Müslüman evleri bayrama hazırlamak üzere temizlemeye geldiklerini anlattı birisi… Şabat gününde yemek saati Müslüman komşuların Musevi evlerine ısıtılmış yemekleri getirdiğini anlattı bir diğeri… Daha neler neler… Hatırlasak bir! Keşke!
Turgutlu Kent Müzesinin beyni, sevgili Mehmet Gökyayla’nın organizasyonda bir araya gelen müze gönüllüsü ‘saha ajanları’nın, müzenin kurtuluş projesinin de başında olan ve bu gün belediye başkanı görevindeki Sayın Çetin Akın’ın öyle kapsayıcı ve öyle içtendi ki karşılamaları, paylaşımları yıllardır her gezide aklıma düşen, dilime düşen o marş ilk defa gerçek anlamını aldı yüreğimde.
“Orda bir köy var uzakta. O köy benim köyümdür.”
↔↔↔
Artık hiç Yahudi’si kalmamışsa da, Kasaba’nın ilk sanayileşmesine katkıda bulunmuş, Kasaba’ya elektrik dağıtan, buzdolabının olmadığı dönemde fabrikasının soğuk suyunu bir çeşme ile halka açan, ama bunun çok ötesinde yüreğinin Kasaba ile attığını öğrendiğim, hatta “Yako’nun fabrikası Kasaba’nın yüreği idi, fabrika çalıştıkça kasaba canlıydı” dedikleri, Turgutlu halkının Yako Amcası, benim büyük büyük dedem Yako Bencuya. İyi ki izini bulup hiç tanımadığım sana ulaştım. Mekânın cennet olsun.
Dalia MAYA
Bu yazı Şalom Gazetesinin 22 MAyıs 2019 sayısında Dalia MAya’nın İsimsiz isimli köşesinde yayınlanmıştır. İlgilenen için link: http://www.salom.com.tr/koseyazisi-110732-yako_amcanin_izinde.html
Yorum yazılmamış.