Aralık 11, 2024

Taksim gezisi

Taksim gezisi

Taksim… Taksim gezisi… AKM… Sonra The Marmara… Gümüşsuyu… Çocukluğumdan sahneler. AKM’ye götürürdü annem bizleri. Konserlere, ve balelere… Küçüktük henüz opera için. Ama çok daha öncesinden hatırlarım Gezi Parkını… Yolu kesen köprüden Fransız Hastanesine geçişimizi. Bir dönem her Cumartesi sabahı uğrak yerimizdi. Gezi Parkı ve hastalık. İkisi birdi benim için. Sessiz, sakin ama şık bir parktı. Parktaki Aslan heykeli hala gözümün önünde. Üstüne binmek isterdim, izin vermezdi annem. Bir fotoğraf aradım o günlerden, bulamadım. Hayalimde ise ancak genel bir gözlem kalmış. Tek tük insan geçerdi o zamanlar parktan, belki de saat henüz çok erken olduğundan sakindi, ama yine de farklı bir şıklığı vardı parkın, bambaşka bir değeri vardı gözümde o parka bakan dairelerin. Lüks, nezih bir ortam. Tıpkı AKM’de sergilenen gösterileri izlemeye gelenler gibi.  


NE oldu? Ne zaman değiştik? Ne zaman gitmez olduk o parka? Nişantaşı parkına da gitmez olduğumuz gibi? Beyoğlu’na da gitmez olduğumuz gibi? 12 Eylül öncesi toplumsal karışıklıklar mı idi bunun sebebi? Bizler yokken neler yaşandı o parklarda?

Belki de kot pantolonla AKM’de konsere gitmek olmuştu o dönemdeki değişimin en büyük göstergesi. Her seferinde yadırgardı büyüklerimiz.: “Her yerin bir giyim kuralı vardır. Uyum sağlamalısın”. Oysa artık herkes kot pantolonla giriyordu AKM’ye… Yıllar sonra kendi kızımı götürmeye başladığımda AKM’deki çocuk balelerine, hiç aklıma gelmemişti onunla parkta bir gezinti yapmak. Öylesine çıkmış, uzaklaşmıştı Gezi parkı yaşamımdan. Bir anı olarak bile gelmiyordu hatırıma.

Ta ki, ta ki, o 31 Mayıs sabahına kadar… Cesaretim yoktu. Gitmedim, gidemedim o parka günlerce. Sonunda geçen salı akşam üzeri bir komşumla gidene kadar. Çocukluğumun sessiz sakin, neredeyse yollarında koşmaya bile korktuğum parkı hınca hınç dolmuş, bambaşka bir yer olmuştu. Bir kenarda yapılan platformda Devlet Opera ve Balesinden getirilmiş hoparlörlerden canlı müzik yayını yapılmakta. Başka bir köşede halaylar çekilmekte. Her tarafta Türk Bayrakları ama yanı sıra maskeler, yüzme gözlükleri satılmakta. Mısırcılar, simitçiler, su satanlar… Tam bir şenlik yeri. Akşam saatlerinde oradan ayrılmamızın hemen ardından patlamış gaz bombaları. Gündüz şenlik, gece gaz savaşları… Hani çocuklarımızın oynadığı paint ball gibi neredeyse, biraz gaz savaşı, biraz şamata…
Yerinde değil (ne yazık ki o kadar yürekli olamadım) televizyonda izlediğim korkunç bir gaz savaşının ertesinde
dün öğleden sonra kendimi elimde nevaleler gezi komününde buldum yeniden. Daha Harbiye’den başlıyor bir farklılık, Nişantaşı’nda insanlar normal günlük yaşamlarını sürerken, Harbiye’ye doğru bir pazar çıkışına dönüşüyor cadde. Yaşlıca bir teyze, boyundan büyük bir koli taşıyor Gezi’ye doğru. Kravatı ceketi ile bir iş adamı ellerinde paketler…. Başka bir genç yüzünü taşıdığı baret paketinin ardında saklı… Kim bilir kaç tane baret var pakette. Derken çadırlar, matlar, ilaç paketleri, yiyecekler…Genç, yaşlı, kadın, erkek aynı yöne gidiyor. Parkta geçen haftaki şenlik havası gitmiş, yerini sükunet dolu bir ortama bırakmış. Ihlamur kokusunun arasında gaz kokusu genzini hafifçe de yakmasa insanın, bir önceki gece orada bir savaş yaşandığına inanamaz insan. İnsanların akın akın parka malzeme taşıması ve başka köşede dağıtılan iaşe, bir tarafta top oynayanlar, illa ki nemalanmak isteyen farklı gruplar… Hem özgürlük, hem inanılmaz bir organizasyon. Hepsi sükunet içinde. Kimi bildirisini okuyor, kimi gitarını tıngırdatıyor, Hint boyası ile geçici dövme yapanlar ve etrafta gaz maskesi, gözlük, bayrak, baret v.s. satanlar. Belki de Gezi’ye ilk defa gelenlerden nemalanmak isteyenler, yepyeni bir Gezi ekonomisi gelişmiş. Her yer çadır. Temel ihtiyaçlardan oluşan evlerini oraya taşımışlar gençler. Bir çadır, bir mat, battaniye… Ve tabii en önemlisi kendileri. Orada olmak. Tarihin yazıldığı şu anlarda orada olmak. Tanıklık etmek ve tanıklık etmenin ötesinde, bir anlamda tarihi yazmak. Sükunetle, arkadaşça, kardeşçesine ancak dirayetle. Polisten gelen şiddet olmasa tüm dünyanın dehşetle izlediği acı sahnelerin hiç biri yaşanmayacak olasılıkla. Çünkü gözlemlediğim şu ki, provokatörler ancak polisin aktif olduğu yerlerde ortaya çıkıyorlar. Polis olmayınca onlar da siniyorlar sanki, ya da gençler izin vermiyorlar onların ortaya çıkmasına. Öylesine, içten, derin, doğal, çok doğal bir birlik. Ne yalan söyleyeyim, birlik kelimesinin beynimde yeniden tanımlandığı, damarlarımda yepyeni bir ruhun aktığı bir gün oldu benim için.

Dalia MAYA
12/06/2013

 

 

Benzer yazılar