Çocukluğumda Şişli’de Abide-i Hürriyet caddesinde zamanına göre genişçe bir evde otururduk. Her sene anneannem bir aylığına İstanbul’a bizi ziyarete geldiğinde odamda onu bekleyen açılır kapanır yatak açılır hazırlanırdı. Kimi gece aynı zamanda yataklarımıza çekilip onun muhteşem sohbetinden istifade edersem de çoğunlukla uykuya dalana dek yatakta çok fazla dönüp durduğumdan o derin derin uyuyana dek odaya gitmezdim. Anneannem ise her gece yatağına sırt üstü uzanır, ellerini göğsünün altında buluşturur ve sabah aynı pozisyonda uyanana dek hiç kıpırdamadan uyurdu. O kadar kıpırtısız ve sessiz uyurdu ki bazı geceler gözlerimi bedenine diker nefes alıp almadığını anlayabilmek için uzun süre göğsünün iniş kalkışını izlemeye çalıştırdım karanlıkta.
O gün öğrendim. Meğer bir yatağın yastıksız bırakılması o yatağın sahibinin öldüğü anlamına gelirmiş… Ve evde bir ölüm olduğunda ölen kişinin terlikleri ters çevrilir, evdeki tüm aynaların üstü örtülümüş. Neden? Bugün hala bilmiyorum. Tıpkı bir cenaze arabası gördüğümüzde neden tırnaklarınızı saklamamız gerektiğini hala bilmediğim gibi… O gün öğrendim bir sürü garip geleneği. Tırnaklar geceleri kesilmezmiş ve kesilen tırnaklar mutlaka tualete atılırmış mesela…
O gün öğrendim, mantıklı gelmemesine rağmen yıllarca, annem üzülmesin diye uyguladığım bir çok geleneği… Zamanla benim bir parçam olacaklarını ve kendi çocuğum olduğunda, aslında aptalca bulduğum bir çok davranışı üzerinde çok da fazla düşünmeden otomatik olarak ona aktaracağımı henüz o zamanlar bilmeden …
Dalia MAYA
16/09/2012
23:50
Yorum yazılmamış.