Şişli’deki apartımanın salonunda, babamın Dual pikabına koyduğum 45lik plaklarda tekrar terkar dinleyip, bet olduğunu henüz bilmediğim sesimle söyler dururdum bu şarkıyı daha niceleri gibi. Zaman ve mekanı unutur, kendimi aklımın aldığı en büyük sahnelerde bulurdum anında. Dans ederdim. Salondaki tek tük yapma çiçeği yerlere uçuşturur, o üç parça çiçekle parka çevirirdim sahnemi. Şarkıda, ve varlığımda “ben” erir, yok olur, içimde kurduğum hayal “gerçeğe” dönüşürdü. Solist olurdum, balerin olurdum, anne olurdum, bazan öğretmen, bazan kimbilir kim olurdum.
Mucize gibi, sihir gibi bir an. İçeriden seslenirlermiş meğer bana. Kim duyardı ki? bedenim oradaydı belki, ama ben gezmekteydim bambaşka alemlerde. O kadar sarardı ki sihir beni, birinin biraz da sert bir hareketle kapıyı açıp salona girmesiyle, müthiş br titreşimle zıplar, anlamazdım neye uğradığımı… Yine dolaştım oralarda. Bir şarkı, bazan bir resim, bir koku, naısl da alıp taşıyor bizleri, geçmiş dediğimiz zamanlara, ya da bazan bilmediğimizi sandığımız geleceğe… Belki de görüveriyoruz kendimizi yıllarca sonrasında… Düşünüyor sonra insan, geçmiş geçmiş değil gerçekten, ve de gelecek de gelecek değil. Hepsi bütün bir minikoca anın içinde kendi yüreğimizde yarattığımız sanrılar. Tıpkı mekan dediğimiz minikoca bir evrenin kendimizde sınırladığımız parçalar olması gibi… Ne dersiniz?
Dalia MAYA
10/03/2013
08:30
Yorum yazılmamış.