Öyle değil mi insanın yaşam deneyimi de? Önce karanlık vardı. “Ol” dedi, ve oldu. Madde oldu. O karanlıktan mini mini bir insan yavrusu çıktı. Aydınlık, pırıl pırıl, cıvıl cıvıl bir yavru. Bilgiyi aldı önce. Derken manayı aradı bilginin içinde. Yaşadığı toplumda nerede durduğunu aradı. Etiketler taktı takındı. Kadın dedi, erkek dedi, genç ya da yaşlı dedi, beyaz, sarı ya da siyah dedi. Dedi de dedi.
İdare etti bir süre bu etiketlerle. Sonra baktı, bu etiketler de; her ne kadar derin ve anlamlı gözüküyorlarsa da, bir noktada yüzeysel kalıyorlardı.
Derinlerde bir yerlerde, kendini unutup daldığı zaman bir kumsalda, bir deniz kenarında, bir sohbette başka dediği bir canla unuttuğu bir gerçek yüreğe geliyordu: ne yaş kalıyordu, ne din ne cinsiyet kalıyordu aralarında. Mekan bile silinip yok oluyordu yanına zamanı da alarak. Bir zamansız muhabbet diğeri gibi görünen kendisiyle.
O zaman anladı insan. Görünen her şey bir yalan rüya idi. Görülmesi gerekeni gizleyen bir perde. Ve görülmesi gereken görünmeyenin içinde idi. Aydınlık sandığı karanlık idi. Mesele karanlık dediğinin içindeki aydınlığı görebilmekte, karanlığın aydınlık, aydınlığın karanlık olduğu hatta aslında ikisinin de ben olduğu anı yaşayabilmekte gizliydi.
Dalia MAYA
19/07/2013
09:30
Yorum yazılmamış.