Şaşkındı… çok şaşkındı.. Nefessiz kalmış hatta daha doğrusu kelimesiz kalmıştı gittiği, gidip de dönmek istemediği o yerde… O sarı gezegende.. Bir çok kapının ardında, yuvasındaydı. Ama “henüz değil, henüz değil” demişlerdi ona, “henüz değil”.
“Evet burası yuvan. Evet istediğin her an gelebilirsin. Ancak kalamazsın. Henüz değil. Henüz tamamlanmadı dünyadaki görevin.”
Hayır biraz daha kalmak istiyorum diye düşündü. Söz yoktu sarı gezegende. Düşüncelerle sağlanıyordu iletişim. Kendisi de zaten düşünceden ibaretti. Gelip geçen değil; dönüşen, birbiri ardına patlayarak kayan düşünceler… Kapılar bir koridora kayarcasına açılıveriyorlardı. Kapı da değildi aslında o kapı sandıkları. Sarı. Sapsarı. Parlak güneş sarısı gibi. Patlayarak açılıyorlardı. Düşüncelerdi onlar. Patlayarak açılan kapılar halinde ifade buluyordu düşünceler… Peş peşe… önündeki bir koridorda patlayarak kayan ve kaydıkça açılan kapılar gibi. Altın sarısıydılar. Şekilsizdiler fakat yine de 5 köşeli bir yıldıza benziyorlardı. Her biri birbirinin aynı gibi idiyse de farklı ifadeleri vardı. Bir ara bir dişi figür gördü. Fit, zarif. Bu dünyanın algısı ile bağdaş kurup yoga pozisyonunda dik oturmuş iki boyutlu bir dişi figür. Kapılarla aynı renkte, aynı ölçülerde. Ama yine de kapılardan farklılaşan. Sırtı dönük bir dişi figür. O patlayan kapıların arasında dimdik ve kendinden emin, oturuyordu. “Lütfen” dedi D, “lütfen, biraz daha kalayım burada.”
– Henüz bitmedi dünyada görevin kalamazsın.
Derken kapılar patlamaz oldu. Zaten olmayan söz bitti. Düşünce durdu. Sarı gezegenin sonsuzluğuna bir an geçirdi, bir sonsuz ömür müydü yoksa? Hiç ses yoktu, düşünce yoktu. Öylece durdu o sonsuzlukta, kendisinin sonsuzluğu olarak durdu… Kim olduğunu bile bilmiyordu. Biri miydi ki? Bir şey miydi? Bilmiyordu. Yine de kalmak istiyordu. Öylesine huzurlu, bedensiz, zamansız olan o sarı gezegende, zamanın ve bedenin öncesindeydi. Bedene ihtiyaç olmayan o yerde istediği şekle girebilecekken, o şekilsizliği seçmişti. Şekilsizliği ve isimsizliği… Gerçi bir ara “D” geçmişti içinden kendisi hakkında düşünürken.. Ama bilmiyordu bu D de ne? Bir şekil mi kalıcı olan? Ya da bir tanım mı ona atfedilen? Bedensizliği ve şekilsizliği seçmişti ya o kendini bildi bileli. Belki de bu şekilsizliği seçmiş olmasıydı onu bedene ve bedensel hazlara muhtaç yaşadığı dünyaya göreve gönderilmesinin sebebi.
Ve yeşerdi gezegen. Yollandı gerisin geri dünyaya. Görevi varmış! Biliyor muydu ki görevini? Sormamıştı da kimdir diye, neymiş diye görevi… Geri geldiği ve evim dediği dünyada, şaşkınlıklar içinde seyrediyordu etrafı. Hayretler içindeydi. Evet hep bir ayrık otu olarak hissetmişti kendisini bu dünyada. Ama hiç ihtimal vermemişti dünyadan olmadığına. Hayretler içindeydi. Böyle bir şeyin olabileceğine şüphe duymak değildi bu. Yaşadığı deneyimin muazzamlığının hayreti idi hissettiği. Uzunca bir süre sustu. Zaten ne diyebilirdi ki? Sessizliğin ve sükunetin, sonsuzluğun ve hiçliğin içinden geçmiş, hiçliğin her şey olduğunu gözlemlemişti. Düşünceler de susmuştu o ara.
Sonra yavaş yavaş, doğum sonrası ilk uykusundan uyanan bir bebek gibi, kendini fark etmeye başladı. Ellerini… ayaklarını… bedenini…
Uzandı, bir melek kartı çekti yakınındaki desteden. Tanrıça! Dişil ve eril enerjilerini dengelemek için çıkmıştı bu nefes çalışması yoluna… Ve işte Tanrıça kartı göz kırpıyordu desteden. Erkek arkadaşı değil miydi aylardır ona “sen bir tanrıçasın. Fark et, kabul et.. Sarıl tanrıçalığına ve güven kendine sonsuza kadar” diyen?
Peki ama ne yapacaktı? Ne yapmalıydı bu dünyada? Neydi acaba onu yuvasında yaşamaktan alıkoyan görevi? Söyleselerdi ya… Çok daha kolay olmayacak mıydı bu dünyada günleri?
* * * * * *
İzlemek… Belki de en doğrusu izlemekti. Hiç bir olaya şekil vermeyi düşünmeden izlemek. Madem ki yuvasındayken şekilsizdi. Görevi de bir şekilde şekilsizlikle ilgili olmalıydı. İzlemek.. Ve dans etmek.. Çünkü fark etmişti içindeki bu dans etme arzusunu. Sarı gezegende yoktu böyle bir itki içinde. Dans arzusu bu dünyaya gönderilirken ona eklenmiş bir enerji olsa gerekti. Dans etmek, herhangi bir şekle girmeden dans etmek ve coşkunun bilgeliğini yaymak… Sevmek.. Sadece sevmek.. Anda olduğu hali sevmek… Anda olduğu durumu sevmek… Hiç bir şey beklemeden sevmek. İlla bir beklentisi olacaktıysa… görevini aşkla bitirmek olmalıydı beklentisi… Evet, bu olmalıydı bu dünyada görevi. Dans etmek ve sevmek. Çok sevmek.
Müziği açtı.. Her şey artık çok güzel olacaktı.
Dalia MAYA
Yorum yazılmamış.