Ernst Brod 1901 yılında Avusturya’nın Erlauf köyünde doğar. Annesi Yahudi, babası Hristiyan’dır. Faşizmden kaçmak için 1934 yılında yürüyerek Avusturya’dan Paris’e geçer, 1937 yılında ise Nasyonal Sosyalizm nedeniyle Türkiye’ye kaçar. “Biz burada herkesi, her zevatı giydiriyoruz, bizi severler, bize bir şey yapmazlar” diyen annesini ve erkek kardeşini ikna edememiştir. Onlar Erlauf’ta kalır. Daha sonra, mallarına el konularak öldürüleceklerdir.
İyi eğitimli bir inşaat mühendisi olan Ernst Brod, Ankara’nın planlamasını yapan Clemens Holzmeister’ın üstlendiği TBMM’nin inşaatında görev alarak Türkiye’nin modernleşme sürecine katkıda bulunur. Ancak bir mültecidir. Holzmeister ise Brod’un 1934’te Avusturya’da kaçıp kurtulmak istediği birinci dikta döneminde kilit görev üstlenmiş bir kişidir. Annesinin Yahudi olmasının yanı sıra siyasi görüşleri yüzünden dört yılın ardından Brod’un işine son verilir. Yine de beklemediği yerlerden destek görecek ve Alman makamların müdahalesine maruz kalmaması için 1938 yılında Tokat’a gönderilecek, burada sulama şebekesinin inşaatını yapacaktır. Bu arada henüz Ankara’da çalışırken 1937 yılında katıldığı Paris Dünya Fuarında rastladığı ve sadece bir saat görüştüğü Çek kökenli Charlotte ile büyük bir aşk yaşayacaktır.
Brod yazar. Öncelikle Erlauf’taki tanıdıkları ile yaşamı boyunca mektuplaşır. Bir saatlik bir görüşme dışında tanımadığı bu adamın peşinden bilinmezliklerle dolu yabancı topraklar olan Türkiye’ye gelecek olan Charlotte ile de Türkiye’ye gelişine kadar mektuplaşır. Ancak Brod hep korkar. Kendisi gibi Charlotte da haymatlos durumundadır. Sonradan kendi de İsrail’e kaçacak olan St. Georg Kilisesi rahibi Johann Eilers onları evlendirir.
Bütün bunları Brod’un yazdıklarından biliyoruz. Mektupların dışında Auschwitz’in kurtarılışının ikinci yıldönümünde otobiyografisini de yazmaya başlamıştır. 30 yıllık bir uğraş sonucunda 2.000 sayfaya ulaşacak bu otobiyografisinde sadece kendi hayatını değil ama vatanıyla yaşadığı çelişki dolu ilişkiyi de Türkiye’nin siyasi durumunu da üstü savaş enkazıyla örtülü anılarını da yazmıştır. Brod, her ne kadar savaştan sonra geri dönmek istemişse de Avusturya makamları 1940 yılında St. Georg Kilisesinde kılınan nikahını ve Türkiye’de dünyaya gelen çocuklarını yasal olarak tanımamıştır. Brod, çaresizlik içinde bizzat Amerikan başkanına yazdığı mektup üzerine 1948 yılında kendisine ve ailesine yeni bir hayat yolu çizebilmiştir: Avusturya Erlauf’tan, Türkiye’ye, Türkiye’den de Amerika’ya. Şöyle der eşine “Bu, kaderin bir oyunu. Bunu anlamamız gerek. Kader Avusturya’ya dönmemizi istemiyor. Türkiye bizi vatandaş olarak kabul edecektir ama, çocuklarımız burada her zaman ikinci sınıf vatandaş olacaklar. Amerika’yı deneyeceğiz. Belki de kader bize gülümser.”
Sanatçı Heidi Schatzl “Erlauf Hatırlıyor” Müzesi için Brod’un otobiyografisinden yaralanarak bir Anı Deposu oluşturur ve köyün kolektif belleğine ışık tutarak ülkenin ücra köşelerinde yaşananlar üzerinden nasyonal sosyalizmin ortaya çıkış öyküsünü anlatır. Çünkü Brod’un yazdığı gibi “Yahudi ailelerin hayatta kalan fertleri de savaştan sonra geri dönemeyince Erlauf hafızasını kaybetmişti.”
Anı Deposu özel albüm ve arşivlerden seçilmiş fotoğraflar üzerinden olduğu kadar Brod’un kızı ve torununun seslendirdiği kimi mektuplardan bölümlerle de izleyiciyi sadece Erlauf’un değil, savaşın yok ettiği hayatların hafıza labirentlerinde dolaştırıyor. Kolektif hafızanın üzerindeki unutulmuşluk perdesini aralarken, eleştirel düşünceye dayalı ve toplumsal iletişim süreçlerini tetikleyerek hatırla(t)ma deneyimini derinden etkileyen bir anmaya dönüştürüyor. Çünkü Shatzl’ın dediği üzere “Anlatılan anılar, anlatanın da dinleyenin de kimliğini değiştirir.”
İstanbul’da Avusturya Kültür Ofisi ile 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi iş birliğinde düzenlenen Anı Deposu sergisinin açılışında Ernst Brod’un torunu Nina El Shabrawy ile tanışma şansım oldu. Nina Mısır’da doğmuş. Pasaportunda Müslüman olduğu yazıyor. Daha önce İstanbul’a gelmiş ancak o zamanlar büyükbabasının sadece Ankara’da yaşadığını sanıyormuş. Onun İstanbul’da da yaşadığını ve hatta burada evlendiğini sonradan öğrenmiş. Burada, büyükbabasının ayak izlerinin peşinde dolaşırken onların Türkiye sayesinde hayatta kalabildiği düşüncesi ile gözleri dolarak, anlatılan anıların onun kimliğini nasıl değiştirdiğini dile getiriyor: “Yahudi, Hristiyan, Müslüman… Ailemde hepsi var. Böyle olunca benim için bunlar ancak birer etiket” diyor. “Bence amaç hepsinin ötesine geçebilmekte. İnsan olabilmekte.”
Meraklısına Not:
Anı Deposu sergisi haziran sonuna kadar Türk Musevileri Müzesi, Neve Şalom Kültür Merkezinde izlenebilir.
Dalia Maya
Bu yazı Şalom Gazetesinin 1 Haziran 2022 sayısında Dalia Maya’nın İsimsiz isimli köşesinde yayınlanmıştır. İlgilenen için link: https://www.salom.com.tr/koseyazisi/122303/anlatilan-anilar
Yorum yazılmamış.