Karagöl’deyiz. Yeşilin her tonu yansıyor gölün suları. Gerçek ve yansıma birbirine karışıyor. Karagöl… Adı kara ama kendi… Kendi yeşil, tonlarca yeşil… Kendi kuş cıvıltısı… Kendi kurbağa vıraklaması… Kendi huzur! Tam bir nefes anı. İnsanlara orman içindeki bu göl çevresine konuşmayı yasaklamaları gerek. Hani bazı tatil köylerinde sessizlik alanları vardır ya… Öyle olmalı burası da. Bırak konuşmayı adımımı atarken bile dikkatli olmak istedim. Yer yer ahşap köprülerde yürürken kendi adımımın sesi rahatsız etti beni. Nasıl daha hafif basabilirim diye düşündüm. Nasıl hafifleyebilirim? Nasıl daha sessizleşebilirim? Nasıl eriyebilirim doğanın içinde? Kokusunda, sesinde, yeşilinde… Öylesine yavaşlamalı, öylesine hafif basmalı… Toprağı ezmekten çekinircesine basmalı… Hele bizim gibi turizm mevsimi başlamadan, henüz kalabalıklar yığılmadan gelmişseniz doğada bir başınıza yürüyüşler orman banyolarına* dönüşüyor. Öylesine hafif ve öylesine yavaş yürüdükçe hafifliyor insanın bedeni de… Yüreği de… Ruhu da… Duyularınız açılıyor. Neredeyse her bir minik böceğin kıpırdamasını ve hatta her bir yaprağın büyürken açılmasının sesini duymaya başlıyorsunuz. Bu fiziksel bir aktivite değil. Bu bir doğada varoluş, doğa ile bütünleşme hali. Doğadan ayrı olduğumuz bilincinden koptuğunuz, doğanın ta kendisi olduğumuzu idrak etme hali.
Dalia Maya
Yorum yazılmamış.