Mart 29, 2024

Her şey kurmaca

Her şey kurmaca

Tembellik yaptım bu hafta… Yazmadım yeni bir şeyler… Yazamadım nedense… Onun yerine geçmişte klavyeme düşüp de bir şekilde yayınlamadıklarıma döndüm, bir buket yaptım onlardan sizlere… Sonbaharın kışa dönmüş grileşen iç kapatıcı günlerinde kim bilir belki bir miktar düşünceye daldırsın, biraz da renk versin diye…

↔↔↔

Terkedilmiş bir binanın içinde bulmuştu kendisini. Koşuyordu. Kaçıyordu. Neden kaçıyordu? Kendi bile bilmiyordu. Sadece kaçıyordu. Asansöre atladı.  En üst katın düğmesine bastı. Vardığı yerde şaşkınlıktan ağzı açık kalmıştı. Asansör onu inanılmaz bir manzaraya doğru çıkarmıştı. Karşısında yeşilin bin bir tonu ile bezenmiş dimdik ve devasa bir dağ yükseliyordu. Haşmetli ve ulaşılmaz. Ancak dağın bir yanında da aynı yükseklikte apartmanlar vardı. Dağ ne kadar ulaşılmazsa bu apartmanlar da o kadar ulaşılmazdı. İşin ilginç tarafı apartmanlar her parçası farklı renkte boyanmış bir yap-boz gibi idi. Paslı kahveler, kirli kırmızılar, akmış yeşiller… Ama bir dakika! Hiç penceresi yoktu bu dev apartmanların. Koşmaya başladı. Bu penceresiz apartmanlar yan yana, üst üste aralıksız dizilmiş konteynerlerden başka bir şey değildi. Ve onlarla arasında deniz vardı. Koşmaya devam etti. Öylesine koşuyordu ki sanki ayağının altından çekilmişti toprak. Havada koşuyordu. Uçuyordu sanki. Denizin üstünden geçti. Yağmur ormanlarının coşkun yeşilini izliyordu. Bir ağaç vardı önünde… Davetkâr çiçeklerle bezenmiş. Çiçeklerden birini gözüne kestirdi. İşte bu dedi. Ben bu çiçeğe yerleşmek istiyorum. Serin rüzgârda bir salıncak gibi sallanıyordu çiçek. Bir koltuk gibi davetkârdı. Birkaç denemeden sonra o koltuğa yerleşmeyi becerdi. Yumuşacık, neredeyse varlığını bile hissetmediği bu çiçek koltukta havada salınırken buldu kendini. Sonsuz bir boşlukta asılı kalmıştı sanki. Taşıdığı konteynerlerle dolu dev bir yük gemisi kayarcasına süzüldü gözlerinin önünden. Oysa kimse yoktu; ne insan ne de bir kuş! Sadece kendisi. Sonsuz boşlukta sadece kendisi! Derin bir nefes aldı. Tüm varlığını o nefesle doldurdu. Kimsenin olmadığı yerde kendisi var mıydı? Seyre daldığı bu sonsuz manzara etrafında mı idi gerçekten? Yoksa tüm bu çılgın yeşili, teneffüs ettiği havayı, kaçtığı her ne ise, korkuları ve sevgiyi, hatta kendisini bile, kendi düşüncesinde mi yaratmıştı?

↔↔↔

Çilek ve yağmur… İkisinin arasındaki ilişki ne ola ki acaba, arada duran ben olmasam? Biri sabaha uyanırken rüyamda son gördüğüm, diğeri gözümü dışarı çevirdiğim uyanıklığımda ilk gördüğüm…

↔↔↔

Çilek… İnanmayacaksın belki ama ben her gece konuşuyorum seninle… Yoksa nasıl altından kalkardım bu kadar biriken şeyin. Sen dinliyorsun. Eskisi gibi cevap vermiyorsun belki. Ama dinliyorsun. Uzun uzun anlatıyorum. Günü, içerdiklerini, yaşadıklarımı, deneyimlerimi, ama en çok hislerimi. Günün getirdiklerini anlatıyorum. Sevgimi paylaşıyorum seninle. Sen bilmiyorsun. Ama duam ulaşıyor ulaşması gereken yer üzerinden sana. Her gece ve her gün, ruhumda, hücrelerimde, baharın esen rüzgârında sen varsın. Kuzucuk büyüyor. O büyüdükçe daha bir özlüyorum seni. Keşke görseydin onu, geldiği bu noktada. Görebilseydin gurur duyardın onunla.

İkiniz birbirinize karıştınız bu sabah. Sen babama dönüştün. Acaba biraz da onu mu bulduğumu sanmıştım sende? O kadar farklısınız oysa birbirinizden. Belki ikinizle de konuştuğum ama cevapları doğrudan alamadığım içindir birbirinize karışıvermeniz düşüncemin orta yerinde… Kim bilir belki de yüreğimin en derinini açtığım içindir sana. Öyle derin kimselere açmamıştım yıllardır. Kimseler de dinlemiyordu zaten… Dinlenmedikçe de, susmuşum ben. Sararıp solmuşum; çekilmişim kendi kabuğuma. Sen gelene dek fark etmedim ki hiç bunu. İçinde yüzdükleri tencerenin hafif hafif ısıtılması gibi pişip kavrulmakta olduğumu ancak sen çıkıp da gelince hayatıma anladım. Birden düştü çenem, yüreğim döküldü klavyemden, parmaklarımdan, ağzımdan. Ben döküldüm. Fark ettim ne çok biriktirmişim anlatacak. Anlattım, anlattım… Ve hâlâ anlatıyorum. Sana… Sen bilmesen de… Zaten hiç bir zaman da bilmedin.

↔↔↔

Dönüp dolaşıp, tam da aynı yerde takılıp düşüyoruz be sevgili… Bir kelime,  daha önce hiç söylenmemiş, tek bir kelime… Yaralayıveriyor yürekleri… Onca hassas ki bu yürekler… İyi niyetle söylenmiş bir kelime… Bir bakıyorsun geçmiş bir yarayı kaşımış, kanatıyor. Söyleyen için bir sevgi, bir şefkat tadındaki o tek kelime, söylenene cehennem…

↔↔↔

Kurmaca… Bu yazdıklarımın hepsi birer kurmaca. “Her şey kurmaca” diyor Benjamen Sander. Ve ekliyor, “Her şey bir kurmaca ise, pekâlâ kendimizin ve çevremizdekilerin yaşam kalitesini artıran bir öykü ya da anlam çerçevesi yaratabiliriz. Kutuyu genişletin ya da verilerin çevresinde başka bir çerçeve oluşturun, sorunların kaybolduğunu, yeni fırsatların ortaya çıktığını göreceksiniz.”

↔↔↔

Bu karanlık sonbahar akşamına rağmen, coşku ile renklenmiyorsa gözleriniz, çerçeveyi değiştirmenin zamanı gelmiş olmasın sakın?

Dalia Maya

Bu yazı Şalom Gazetesinin 06/11/2019 tarihli sayısında Dalia MAYA’nın İsimsiz adlı köşesinde yayınlanmıştır. İlgilenen için link: http://www.salom.com.tr/koseyazisi-112411-her_sey_kurmaca.html

Benzer yazılar

Yorum yazılmamış.