Nisan 19, 2024

bravo vallahi

bravo vallahi

Yine bir sergiden çıkmışım. Zihnimde düşünceler son hız yarışta. Ralli desem ralli değil. Daha çok bir slalom. Tüm fikirler, düşünceler ve elbet geçmiş zaman algıları üzerinden gelecek yılların anıları… Hepsi, zamanlı zamansız, belleğe hücum halinde… Ve ben yakalayabildiğimi yakalama ihtiyacında. Zira biliyorum; bir fikir geldi mi aklıma, anında yazılıp kayda alınmalı. Kayda alınmayan geçip gidiyor çünkü anında, ruhuma esen bir rüzgar misali. Bazan tatlı bir bahar rüzgarı olup huzur ile çekiliyor gündemimden, bazan da bir fırtına gibi yakıp yıkıyor ortalığı. Fikir neydi hatırlamasam da sonuçlarını temizlemek düşüyor bana. Oysa yüreğim kayda almaktan yana; her gelen yazı fikrine akış izni verip beni götüreceği farkındalıkları deneyimlemekten yana.
Ömrümce defter-kalem taşıdım yanımda, tam da bu nedenle gittiğim her yere. Son yıllarda ise gelişen teknolojinin hediyesi, evde bilgisayarım, sokakta ise cep telefonum ayrılmaz uzuvlarım oldu. Yöntemi değişti ise de yazmanın, bendeki dürtü değişmedi. Yine karıncalanıyor parmak uçlarım bu sergi çıkışında. Genelde sanat sergilerini gezerim. Bu sefer bir tarih sergisi. Bir ailenin arşivi üzerinden Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarını değerlendirebileceğimiz daha çok bir sosyolojik belge sergisi. Beynim bir arı kovanı, parmaklar karıncalanmakta, lakin telefonun da şarjı bitmek üzere. Mecbur, eski usul giriyor devreye. Şansıma uzun zamandır taşımadığım defterim kalemim nasıl olduysa bugün çantamda. Eve varmayı dahi göze alamadan, metroda oturduğum koltukta açıp başlıyorum yazmaya. Kalem almış başını gidiyor. Durdurmak ne mümkün. Sözcükleri yakalama telaşında ecik bücük karakterler dolduruyor bembeyaz sayfaları. Metro bir duraktan diğerine ilerliyor. Duruyor bir ara. Bir anons duyuyorum yazının arasında bir yerde. Ne diyor? Bilmiyorum. Zaten içinde bulunduğum o anda sadece yazıyorum. Yazı ben olmuş, ben de yazı. Farkında değilim etrafımın. Tıpkı bir rüyada gibi. Hani henüz tam uyanmamışken, ama uyanmaya ramak kala, duyarsınız etrafınızdaki konuşmaları da tepki veremezsiniz ya; işte öyle bir an. Tek fark, rüyada değil, yazıdayım ben.

Derken duruluyorum. Bir anlamda dünyaya dönüyorum. Meğer bu sırada yanımda oturan teyze de beni inceler, bir de bana konuşurmuş: “ne kadar hızlı yazıyor. Bravo vallahi. Ama Türkçe yazmıyor. Harfe bile benzemiyor yazdıkları.”
İster istemez gülüyorum.
-Türkçe yazıyorum teyzecim. Yazıyorum yazmasına da, çoğu zaman yazdıklarımı kendim de okuyamıyorum

Gülüşmeler yayılıyor yeni bir durağa varan metro vagonunun içinde.
Yazma eylemim, teyzenin ilgisi ve iki cümlelik muhabbet soğuk kış günü kim bilir hangi işten hangi ev ortamlarına yorgun argın dönmekte olan belki de üşümüş yürekleri ısıtıyor bir anda.
“Doktor musun?” diye soruyor teyze, “yok doktor değilim. Yazarım” diyorum belki de ilk defa içten gelen bir sesle kendime “yazar” demenin rahatlığında. Sinemi okşayarak tebrik ediyor teyze beni. Ve iniyor vagondan, geçtiği bu yolda ardında kalan bizlere bir gülümseme, bir sıcak sevgi esintisi bıraktığının farkında bile olmadan.

Dalia Maya
28/01/2014
17:51

Benzer yazılar

Yorum yazılmamış.