Ekim 04, 2024

Açık Davet

Açık Davet

Gerçek şu ki… Bir illüzyonun içinde yaşıyoruz. İllüzyon dediğimiz şey bir balon. Balonu her sabah uyandığımızda nefesimizle üflüyoruz. Üfledikçe şişiriyoruz. Ben üflüyorum. Üflediğim balon “Ben” Balonu. Sen üflüyorsun. Üflediğin balon “Sen” balonu. Balonlarımız örtüşür gibi yaptığında aile balonu diyoruz. Mahalle balonu, toplum balonu… Gittikçe devleşiyor… Parti balonu… Ülke balonu.

Ne ki bu balonlar asla tam olarak örtüşmüyor. Üstelik devleştikçe kimin nefesi daha sert esiyorsa, onun balonuna daha yakın bir görünüme dönüşüyor. Nefeslerde ne varsa, onunla şişiyor, ona benziyor balon.

O sabah, o hafta, o ay ya da yıl korku varsa, dev bir korku balonu Demokles’in kılıcı misali sallanıyor tepemizde. Heyecan varsa, yaratıcılık varsa, heyecan ve yaratıcılıkla besleniyor günümüz.

Balonu şişirirken verilen nefesi hücrelerimizi, beyimizi, yüreğimizi beslemek için geri çekiyoruz her birimiz o dev balondan. İllüzyon tam da burada. Verdiğimiz nefes ne ise, aldığımız da aynı oluyor. Korku pompalıyorsak balona, korku ile doluyor içimiz. Kısır döngü de tam burada.

Dönüyor what’s uplarda, twitterlarda, sosyal medyada kusuyoruz içimizin hazmetmediklerini… Eleştiriyoruz, kınıyoruz, kızıyoruz, kısıtlıyoruz. “Gitme!” “Dikkatli ol!” Nerede nasıl dikkatli olacağım ki? Hele kendimi korumam gereken şey bir canlı bomba ise… Milyon insan dolaşıyor sokaklarda… Hangi birinin bedenini inceleyeceğim önce, terliyor mu buram buram diye? Korkudan ve heyecandan mı terliyor? Yoksa çok mu kalın giyinmiş de koşuşturmuş sokaklarda? Hangi birinin gözlerini dikizleyeceğim önce? Dik dik bakıyor mu diye ön gördüğü eylem için? Hangi yönü izleyeceğim önümde bir canlı bomba, ardımda niyeti benimle bozmuş bir sapık var mı diye?   Ve bunları yaparken ne ile dolduruyor olacağım balonumu? Hepimizin balonunu?

Hepsi illüzyon.

Tehdit gerçek. Olay anında orada olan için gerçek. 13 Mart’ta Ankara’da Güven Park’ta, ya da 19 Mart’ta İstanbul’da İstiklal’de olan için dikkatli ve uyanık olmak belki de yaşam ile ölüm arasındaki ince çizgiyi belirleyen an. Elbet dikkatli olacağız. Elbet korunmanın yollarına bakacağız. Elbet güveni ve huzur ortamını tahsis etmek devletin sorumluluğu. Ancak devletten bunu yapmasını beklemenin ötesinde huzur ortamının tahsis edilmesini sağlanması için aktif rol de alacağız.

Öte yandan korkuyu besledikçe, sosyal ortamlarımızda ve sosyal medyada yaydıkça, bir süspansiyon pompası ile içimizdeki basıncı boşaltarak hafiflediğimizi, birer birey olarak görevlerimizi yerine getirdiğimizi sanıyoruz. Oysa korkularımızı, endişelerimizi bir twitle, bir yazıyla, bir sözle içimizden atarken, bu twitlerin, yazıların, sözlerin içinden emdiğimiz, beslendiğimiz balonda sıkışıp kaldığını, ilk fırsatta bize döndüğünü fark etmiyoruz bile. Bunu yaptıkça, korkunun kurbanına, kölesine dönüşüyoruz, farkına bile varmıyoruz. Çözüm için fikir ürettiğimizi sandıkça, sorunun bir parçası olmaya devam ediyoruz. Bunu da fark etmiyoruz bile.

Dünyanın neresinde yaşarsak yaşayalım, içinde yaşadığımız coğrafyanın balonu ile bağlantılı nefes alış verişlerimiz. Kimi balonda daha çok savaş nefesi var, kiminde daha çok sevgi.. Kiminde sindirilmişlik var, acı var yoğunlukla, ölüm var; kiminde yaratıcılık var, yenilik var, güven var. Yine de balon bizlerin nefesi ile şişiyor. Hangi nefesle şiştiğine biz, kendimiz karar veriyoruz. Her birimiz! Çözümün parçası olmadıkça, sorunun parçası olarak kalıyoruz. Ya o balonun bağımlısı oluyoruz, ya da o balonun yaratıcısı.
Her birimizin nefesinin gücü oranında tuzu, biberi o balonun…
İş bizim; balonun içeriğini oluşturma sorumluluğu da bizim. Ne çok kişinin korku, acı, savaş nefesi verdiğini düşünüp bunu yayarak balonun kölesi olmak yerine içimizdeki sevgi, şefkat ve yaratıcılık nefesi ile besleyerek balonun yaratıcısı olmak da mümkün. Bazan azınlıkta olduğumuzu sansak bile, gerçeği hatırlamak gerek. Gerçek şu ki, azınlıktan çoğunluğa geçmek bir kritik noktayı aşmak ile mümkün. Ve belki de kritik nokta, tam da benim nefesim, tam da benim balonum.balon

O yüzden balonumu sevgiyle, şefkatle, yaratıcılıkla şişiriyorum bu sabah. Kaybettiklerimizi şefkatle sarıyor, dua ile yolcu ediyorum. Kalanları sevgiyle kucaklıyor, yaşam coşkusu üflüyorum balonuma.

Ve davet ediyorum, her birinizi, yaşadığımız gerçeğe ve acılara umursamazlıkla değil, tam tersine farkında bir bireyin görev başında olma sorumluluğuyla, balonlarınızı ne ile şişirdiğinize dikkat etmeye. Unutmamalı ki yaşam, biz yaşamayı seçtiğimiz şekilde, ve yaşamı seçtiğimiz sürece, mümkün.

Dalia MAYA
20/03/2016

 

Benzer yazılar

Yorum yazılmamış.