Mart 29, 2024

bir özgürleşme yolculuğu

bir özgürleşme yolculuğu

Uzun, çok uzun zamandır bir ses çalışması yapmak istiyordum. Bir diksiyon dersi almıştım bir ara ama istedim bu değildi. Şan dersi mi alacaktım ya da bir tiyatro eğitimi mi? Bir türlü karar veremiyordum. İstiyordum istemesine de henüz bir atılımda bulunmamıştım. Kimden ne dersi diye araştırmaya dahi başlamamıştım. İstediğim sesimi daha etkin kullanmak üzerine bir eğitimdi ve açıkçası bir şekilde aklıma gelen bu eğitimler içimde tam yerine oturmuyordu. Bir şeyler eksikti. Ne eksikti? bilmiyordum. Dolayısıyla hem istiyordum hem de bir şekilde harekete geçmiyor, bu eğitimi erteleyip duruyordum.

Derken Rahime çıktı yoluma. Rahime Acar. O bir şifacı. Bir regresyon terapisti.  İç sesime döndüm baktım. “Doğru” dedi, “Rahime doğru insan.”

Pandeminin çoğumuzu şaşırttığı bir dönemdi. Gizli bir depresyonun en iyi olduğunu düşünenimizi bile etkisi altına aldığını sandığım bir dönem. Regresyonu da merak ediyordum doğrusu. Neydi bu geçmiş yaşam terapisi dedikleri çalışma?

İç sesimi dinledim, yola çıktım.

Kendimde olduğunu bilmediğim bir kendimle karşılaştım. Süreç boyunca geçmişimden hatırladığım/hatırlamadığım anılar su yüzüne çıktı. Çocukluğumdan, bebekliğimden anılar… Hatta bu satırları yazarken hala inanamıyorum ama ana rahminde var oluşuma dair anılar dahi dile geldi. Bir taraftan ağzımdan öyle garip hikayeler çıkıyor, nerden nasıl çıkıyor belli değil, bir taraftan sorgulayan şüpheci yanım konuşuyor beynimin içinde “kızım ne saçmalıyorsun, sen çok mu kurgu film seyrettin son zamanlarda?

Duygular birikmiş! Anılar sözle çıkıyor ağzımdan ama sadece sözün çıkması değil orada olan, orada olan başka bir şey var. Ağızdan çıkan sözü kulağın duyması da değil. Ama o anının yaşandığı an hissedilmiş olan duygular, kabul görmemişlik halleri daha doğrusu inançları, güvenilmemişlik hatta sevilmemişlik inançları… İnançları diyorum çünkü her şeye rağmen herkesin bir şekilde sevildiğine inanmak istiyorum; sevildiğine ama sevildiğini anlayamadığına… Belki her bir bireyin tamamen ayrı bir sevgi dili olduğundan. Bir yalnızlık, bir ayrıklık duyguları ve o duygulara karşı bu dünyada güçlü bir şekilde var olabilmek, varlığını sürdürebilmek adına alınan içsel kararlar, bir daha aynı duyguları hissetmemek adına. Var olabilmek adına alınan ama giderek insanı sönükleştiren, sindiren kararlar.  Örtülen örtüler, kapatılan kapılar, saklanılan mağaralar, yaratılan konfor alanları, o yalancı konfor alanları… Silikleşen, görünmez olan, yaşarken ölü insanlar…

Derken günlerden bir gün, yazın sonbahara dönmekte olduğu serin bir akşam üzeri Kilyos’ta denize doğru güneşi batırırken, “biliyor musun ben aynı zamanda bir ses terapistiyim” deyiveriyor Rahime.  “Tiyatrocular, şarkıcılarla çalışıyorum. Sesin nasıl çıktığına , nerede takıldığına, neden yerine ulaşmadığına ya da neden çıkması gerektiği yerde ve güçte çıkmadığına bakıyor, onu dönüştürme yolunda rehber oluyorum.”

Ama nasıl!!! Yoksa bir büyücü mü bu kadın????  Ben ona hiç bir zaman ses çalışması yapmak istediğimden bahsetmemiştim ki. Nereden bilip buluşturuyor tam doğru zamanda tam ihtiyacım olanı önermeyi? Bilmiyorum. Ben bilemiyorum. O biliyor. “Görüyor” kendi ifadesi ile. Görüyor ve tatlı tatlı sunuyor. Ne şan dersi, ne tiyatro çalışması idi ihtiyacım olan.

Anlaşıyoruz , bir akşam üzeri başlıyoruz ses çalışmaya. Bir sürü farkındalık oluyor o ilk seansta. Ama bu değil bu günün konusu. Başka bir şey bugün sizlere anlatmak istediğim.

O ilk ses çalışmasından sonraki hafta ses ile ilgili regresyon çalışması yapmayı öneriyor.  Öyle bulup buluşturuyor ki… İlk tanıştığım günden beri beni bana öyle bir gösteriyor ki kendimi ve sonrasında gördüklerimi dönüştürdükçe öyle bir alan açılıyor ki önümde, tamam diyorum.

Regresyon çoğu zaman zor, yorucu, gözyaşı dolu. Duygusal alanlarda yaşamla ölüm arasında kararlar verirmiş insan bu hayatı yaşarken.. Olanlar yaralarmış duyguları… O duygular ki, acı, öfke, hiddet bir şekilde açığa çıkarılıp akıtılmayı bekler! Her yaralanmada bir sürü kararlar… O kararlar ki .açığa çıktıkça iptal edilmeli! Kendimizi hapsettiğimiz mağaralarımızdan özgürleşme yolculuğu bu!

Sanıyoruz ki hayatta olaylara tepkilerimiz akılcı ve bilinçli. Oysa bu koskoca bir yalan! Öyle olsa, her olaya herkes aynı tepkiyi verirdi, değil mi? Kararlarımız! Ta en küçük çocukluğumuzda karşılaştığımız o olaylar sonucu yarattığımız algımızı ve konfor alanımızı sürdürecek şekilde veriyoruz kararlarımızı. Bilmiyoruz. Daha doğrusu biliyoruz derinlerde bir yerlerde ama o travmalar yüzünden alınan o derin kararlar bizim oluşumuzu ve hayatta var oluş şeklimizi belirlemiş. O kadar derinlere saklamışız ki o kararları, hatırlamıyoruz. Ve bu yaşımızda hala o kararların etkisinde olmamıza rağmen akılcı ve bilinçli tepkiler verdiğimizi zannediyoruz.

Sonra da neden hep aynı tersliklerle, hep aynı döngülerde boğuşup durduğumuzu sorup duruyoruz kendimize. Bir çıkış yolu arayıp duruyoruz, bulamıyoruz.

Çok uzattım.

Oturduk sesle ilgili regresyona. Regresyonda bir çeşit hipnotizma altındasınız. Etrafta ne olduğunun farkındasınız ama terapistin sorularına verdiğiniz cevaplarda pek kontrolünüz yok sanki. O cevaplar nerden çıkıyor, nasıl çıkıyor? Orası karışık. Bilinç ile bilinç altının bir oyunu sanki. Zihin bazan “saçmalama ama” diyor, “izin vermeyeceğim diyor o alana gitmene”. Dalga geçiyor hatta.  “Hahaha gidemezsin ki, gidemezsin ki…” Sormaya devam ediyor terapistiniz: “bilinçaltının izin verdiği en eski hatırana git, ne var orada, ne oldu, o anı yaşayan senin o andaki duygun ne?” Ağzınız konuşamıyor bazan, bilinciniz izin vermiyor. Terapistiniz iyiyse tekrar tekrar yönlendirmelerle taşıyor size o alanda.

***

İşte böyle bir şey oldu. Anlattım, anlattım, tepkilerimi çıkardım ortaya; duygular, hiddet, korkular, öfke, kızgınlık… Sessizlik! Tam “bitti”derken, “rahatladım artık huzurlu bir yerdeyim”derken… Rahime bir aha sordu: “Bilincinin izin verdiği en eski anına git

Gittim, gittim… Vardım bir mağaraya. Yanıp sönen ışıklar. Sessizlik, sükunet.  Huzur! Burada beni rahatsız eden hiç bir şey yok. Hiç bir duygu yok. Bir varlık ve yokluk hali aynı anda. Her şey tam ve bütün.  “Tamam” diyorum, “bitti.  Çözüldü her şey. Ferahladım. İyiyim. Bitirebiliriz artık günü.”

Terapistiniz iyiyse… Uyanıksa… Yemiyor zihnin oyunlarını! Didiklemeye devam ediyor. Ya da bakıyor bilinç bu didiklemeye karşı da bir duvar dikmiş, yolu gösteriyor. Siz bitti zannediyorsunuz, oysa sessizlik inzivasına çekilmişsiniz o geçmiş gün orada. Huzurun sessizlikte olduğuna karar vermişsiniz. Sessiz ve yalnız bir mağarada sessizlik yemini etmişsiniz. “Haydi gel” diyor terapistiniz, “gel bu sessizlik yeminini bozalım.

***

Bozduk yemini.

Sonuçları mı?  Bu yolculuğun sonuçlarını sanırım gelen günlerde, gelen aylarda hep birlikte deneyimleyeceğiz. Ben kendimde göreceğim ve sizler de bende fark edeceksiniz.

Şimdilik şunu söyleyebilirim: Gün daha aydınlık, hayat daha umut dolu, ve ben, daha hafif!

Dalia Maya

 

Benzer yazılar

Yorum yazılmamış.