Dicle Irmağını üstünde, 10 gözlü köprüdeyim. ‘Amida’nın şehrinde. Diyar-ı Bekir’de, yani ‘Kızın Şehrinde’ bir kız. Kız? Amida! Kız? Ben. Henüz anlamasa da, dinleyen… Binlerce yıllık taşın aracılığıyla… Suyun anlattıklarını dinleyen… Taşın kalbinim her hareketinde damarlarında suyun akışını dinleyen… Toprağın ve doğanın enerjisini kendi damarlarında akan kana eşlik ediğini dinleyen.
Feyz almaya gelmiştim buralara. Duymaya, şehirde duyulamayanı. Hissetmeye varlığımın ta derinlerinde suyun rahatlatıcı etkisini…
Az sonra hareket edeceğiz başka bir noktaya… O zamana dek dum dum dum… Dicle’nin çağlaması kalbimin çağlamasına karışıyor. İçimdeki ateşin yakıcılığı suyun kudretiyle sakinliyor…
Akşam… Heyecanla beklediğim, yarım asırlık bir davet bu akşam icabet edeceğim.
Ay yine yarım bu akşam… Ama gün tam. Güneş battı biz zirvedeyken. Sarı sarı battı Nemrut’un zirvesinde karşı tepelerin ardında… Nemrut’un tanrılarına cilve yapa yapa battı. Bulutlar raks etti gözlerimizin önünde… Şekilden şekle girdiler. Sonrasında cıvıl cıvıl bir kuşa dönüşen bir yürek göz kırptı önce… Bir deve ve bir aslan selam durdu gününü tamamlayan güneşe. Böyle battı sarı sarı. Derken tepelerin ardında bir ışık çizgisi ve önünde kızıl pembe bir alev bir daha battı güneş… Uzaklarda baraj suyuna yansımasıydı bu belki gözümüze çoktan batmış güneşin; ya da iki bulut ardından son bir göz kırpışı idi. Yine de kızıl kızıl bir daha battı algımızda… Bir kartal geçti çığlık çığlığa…
Ve gece. Aşağılarda, uzaklarda bir dere şırıltısı… Kurbağalar vıraklıyor, derken cırcır böcekleri katılıyor gecenin bu dansına. Ve sanki çok uzaklardan hüthüt kuşları mı o rayihasını ekleyen bu senfonik şiire? Anlatıyorlar hep birlikte, her birimize, yaşamın sonsuz hikayesini.
Sessizlik. Biraz sessizlik!
Son insan sesi de çekildikten sonra etraftan; kurbağalar ve dere, cırcırlar ve adını bilemediğim, sesini şimdiye dek duymadığım diğerleri “dur!” dediler bana, “dur biraz. Akşamın esintisi bedeninde; soğuk içine işler. Ama direnmezsen soğuğa; direnmez de kabul edersen onu; izin verirsen kıyından geçmesine; kabul edersen, uyumlanır da titreşirsen onun frekansında anlayacaksın yaşam ağacının gizemini. Anlayacaksın tüm yaratının mucizesini.”
↔↔↔
Ay yine yarım bu gece; etrafında bir hale, ve onun da dışında, çoook dışında koskoca bir çember: tamamlanmanın çemberi.
Başın son, sonun baş olduğu yer.
Nemrut!
Mütevazı Nemrut! Tüm ihtişamına rağmen mütevazı. Dik yükselişlerine rağmen ufka uzanarak sonsuzluğunuzu hatırlatan… Tüm sessizliğine rağmen sizinle konuşan, etkileşen, paylaşan, alan ve veren… Yaşam enerjisinin dans ettiği, bedeninize dolduğu, dönüştüğü ve sizi dönüştürdüğü… Taşların yeşille aşkı… Kartalın insanla buluştuğu, göğün yere değdiği yer. İkinin bütün, birin hep, hepin yok, yokun var olduğu zirve… Acıları buram buram boşaltarak… Akışa geçtiğimiz zirve!
Ey sen Nemrut gezgini; sen de eğer bırakırsan kendini; -dağın dalga dalga akışı gibi vadiye-; taşa ve toprağa bırakırsan; köklerinin üzerinde salınan bir çiçek gibi rüzgâra bırakırsan kendini; bileceksin. Bileceksin sunulduğunu sana; ezelden ebede bir bolluk ve bereketin ve tarifsiz bir aşk ve şefkatin…
Güneş her akşam batacak üzerine, sabah yeniden doğacak.
Kelebekler hep uçuşacak ruhunda ve kuşlar hep, cıvıldayacak yüreğinde.
Dalia MAYA
Bu yazı Şalom Gazetesinin 6 Haziran2018 sayısında Dalia MAYA’nın İsimsiz isimli köşesinde yayınlanıştır. İlgilenen için link: http://www.salom.com.tr/haber-107094-dur_biraz.html
Yorum yazılmamış.