Yazının ilgili kısı aşağıda alıntılanmış….
ŞAPKAMIZI ÖNÜMÜZE KOYALIM
Onu şöyle tanıtıyordu Prof. Dr. Semra Germaner İş Bankası Sergi Kataloğunda: “Sanatını yaşamla kurmaya çalıştığı doğru bağlar üzerine temellendirmeyi amaçlayan, araştırıcı ve sorgulayıcı bir sanatçı Meriç Hızal.”
Kendisi Mine Sanat Galerisi’nde sergilenen heykellerini şöyle açıklıyor. “On yılda bir yaşadığımızı yeniden yaşadık. Neden, ne yapıyoruz, ne yapmalıyız bu istenmeyen tekrarlardan kurtulmak için? Otobiyografik çalışmama yeniden döndüm. Benim için sanat kendime yolculuk, kendimi bulma belki yaratma. Bazen günah çıkarma hatta pişmanlık. Bu çalışmada kendi özelimden hareketle birey –toplumsal yaşam arası bir karşılaştırma yapmak bir bakıma yaşadığım süreci tekrar irdelemek istedim. Kolektif bilinçaltına seslenen, belleği zorlayan, “Ne yapmalı” dedirten bir çalışma olsun istedim. İnsanlığın belleği unutma özürlüdür denir ve de bireysel hafızanın en çok 30 yıl geriye gittiği. Oysa çoğu çok daha eski olay öylesine aklımda ki herhalde unutmak istemiyorum ve de unutturmamak. Onun için belgelemeli, taşa kazımalı, metalden oymalı. Tıpkı ülkemdeki kadim uygarlıklardan bize kalanlar gibi. İçimi daha iyi dökmek için epigrafiye de gereksinimim vardı. Yalnız taşıdığı açık anlamı ya da dokusal katkısı için değil bizatihi insanın izi olmaktan kaynaklanan o gizli estetik haz için.”
Dalia Maya, Şalom gazetesindeki yazısında bu yapıtları şöyle tarif etmişti: “İçine girip, üstüne oturup sanat eserini yaşam alanına dönüştürmek. Soma’da yok olan madenciler… Ve onların çocukları… Çocuk istismarı… Sanatçının olduğu kadar bizlerin de yüreğine lök diye oturan onca acımasız sıfat… İstanbul… Gündelik hayat. Yaşam sorgulamaları insana dair ne varsa, ama belki de en çok insan yüreğini acıtan ne varsa heykele dönüşüyor Prof. Meriç Hızal’ın hünerli ellerinde. Belki bir mesaj vermek üzere topluma, ama en çok da sağaltmak üzere ruhunu; çünkü insan ancak kendi ruhunu sağaltınca şifa olabilir yüreğinin değdiğine.”
Bu ifade tam da sanatçının tarif etmeye çalıştığı ve Ülkü Uluırmak Alçora’nın Hürriyet Gösteri ekinde dile getirdiği gibi. “Unutmamak zorundayız. Bu hepimize düşen en önemli görev, en önemli SORUMLULUK… Önce sarsılmak, sonra sarsmak… Toplum içinde bireysek sorumlulukların farkında olmak. FARK ETMEK…
İşte bunun bilincinde olan bir sanatçıyla karşı karşıyayız. Kendi özelinden hareketle, geldiği geçtiği süreçleri çok iyi değerlendirip irdeleyen bir sanatçının duyarlılığı karşısındayız. Biçimlendirilen nesnenin (şapka) konuyla ilişkili özel bir anlam ve önem kazanıyor. 25 Ağustos 1925’te Ata’nın ilk kez giydiği şapkadan, güncel ve yaygın takkeye kadar çağrıştırdıklarıyla insanı ister istemez düşündürüyor.”
Eylül 2016
Yorum yazılmamış.