Ne yaparsan yap yüreğinin enerjisiyle, yaşamın coşkusuyla yap. O zaman önünde açılan kırmızı halı misali açılır hayat yolu her anında. Dolu dolu yaşadıkça dolu dolu yaratırsın. Dolu dolu yarattıkça da koşar adım gelir önüne yeni kapıların.
Ve hayat mutfakta şekillenir. Gözlemlersin; gözlemledikçe öğrenirsin. Önce bozmayı, sonra yapmayı ve en son yaratmayı öğrenirsin mutfakta. Anneleri, büyükanneleri izleyerek öğrenirsin daha elini bile sürmeden… Sadece lezzeti ve pişir- meyi değil ama kültürleri öğrenirsin… Mutfağın özelinde farklılıkların birleşip bütünleşmesini; ezilip yoğurdukça yoğrulur; kaynatıp erittikçe, erir ve içinde eridiğin bütünde kendi rayihanı sunarsın topluma. Doğal akışına bıraktığında; zorlamasız kendiliğinden bir öğrenme sürecidir bu. Uzun solukludur ama bir o kadar da derinlemesinedir.
En ince nüansına kadar öğrenirsin. Kokusundaki bir detay dönüştürür seni, farkına bile varmazsın.
Öyle bir öğrenme ve yaşam süreci Müjgan ve Burçak’ınki… Bir ana-kız dayanışması bir anlamda. Burçak, Türkiye’nin ilk sertifikalı somelyesi*; Müjgan, kızının koyduğu isim “Chez Maman (annem de)” ile 17k takipçiye ulaşan yemek blog’unun yaratıcısı, bir Instagram fenomeni, aynı zamanda HT Hayat’ın yemek yazarı. Kokunun ve lezzetin içinde şekillenmiş, yoğrulmuş bir aile. Yüreklerinde olanı yaşamda yaratabilmiş bir anne kız. İç içe geçmiş iki yolculuk.
Önce anneden başlayalım sonra kızına geçeriz…
Müjgan Yurtseven neredeyse öğrenme açlığı ile doğmuş bir insan desek yeridir. “Bütün hayatım hep bir şeyler öğrenmekle geçti. Halen de devam ediyor. Bitmeyecek de hayatım boyunca.” Bir yandan lisan kurslarına giderken bir yandan mücevher kurslarını tamamlamış.
Tam zamanlı okul gibi takip ettiği bu kurslardan mezun olduktan sonra bir süre mücevher tasarımı ile uğraşmış. Ürünleri Fransa ve Amerika’da satılmış. Müjgan bir yandan kurslarla eğitimini sürdürürken bir yandan çalışmakta, bir yandan sosyal hayat ve çocukları ile ilgilenmekteydi. Aynı dönemde tekstil işi yapan eşi Müjgan’ı işe el vermeye çağırır. Bir süre eşi ile aile işinde çalışır. Derken, işler rayına oturunca, “Çok yoruldun, artık serbestsin” der eşi ona.
O kadar yoğun bir çalışma döne- minden sonra kendisini evde bulan Müjgan bir boşluğa düşer. Bu nok- tada kızı Burçak müdahale eder, annesinin geniş mutfak kültüründen yola çıkarak bir yemek blogu açmasını önerir.
Müjgan başta sıcak bakmasa da, misafirlerini nasıl güzel ağırladığını, onlara mönü hazırladığını duyan Sofra dergisi kapısını çalar “Biz size 6 sayfa ayırmak istiyoruz, bize bir davet sofrası hazırlar mısınız?” Arkasından Maria Ekmekçioğlu Yunanistan’daki bir dergi için tarif ister. Müjgan ve tarifi derginin ka- pağına çıkar.
Bu arada Burçak da annesinin sofralarını fotoğraflayıp kendi sosyal medya hesaplarından “annemde/chez maman” lokasyon bildirimi ile paylaşmaktadır.
Burçak’ın ısrarları yaklaşık 2 yıl sonra sonuç verir ve Müjgan için bir blog açılır. Logosu yaptırılmış, patenti alınmış, ilk tarifler hazırlanmış, foto çekimleri yapılmıştır. Annenin bloğunun isim annesi kızı olmuştur: Chez Maman (annemde).
Peki nereden bu yemek merakı?
Tabi ki büyüklerden. Baba tarafım Orta Asya’dan gelen Türklerden. Sivaslı. Biz orada yaşamadık. Babam subay. Ama her yaz tatilinde mutlaka babaannemin, içinde Kızılırmak’ın aktığı, çiftliğine götürürdü. Babamlar 11 kardeşti, 7si kızdı. Yardımcıları da var. Ben onları o çiftlik yaşamında gözlemlerdim. Halalar inekleri sağıyorlar, onlarla yayık ayranları yapıyorlar, öbür tarafta su börekleri yapılıyor. Düşünsenize akşam elektrik yok, tuvalet dışarıda… Şehirde, yaşamaya alışıksın. Ama yine de gözlemlermişim.
Bu arada Sadece Sivas değil, Diyarbakır yemek kültürüne de sahip Müjgan Yurtsever. “Çünkü teyzemin eşi Diyarbakırlı ve onların evinin yemeklerini eniştem yapar, ben de seyrederim.”
Ve Rumeli mutfağı…
Anne tarafım da Rumeli kökenli. Anneannem Sivas’ın Zara ilçesinde fırın işletiyordu ve kadınlar o büyük tekneleri ile hamurları ile geliyorlar;şimdinin şöminesi olan, o zamanın ocaklarında yemekler pişerdi. Anneannemin de babaannemin de mutfakları çok zengindi. Hep bir ağırlama, misafir varmış gibi ça- lışırlardı. Annem de çok güzel yapardı. Ayrıca çocukluğumda, önce Bandırma’da sonra Ankara’da yaşa- dık. Evlenince de İstanbul’a geldim. Haliyle bu yörelerin mutfakları ile de haşır neşir olmuşum.
Emek verilen her şey benim için muhteşem, hepsini de elimden gel- diği kadar yaparım. Aynı zamanda bir İtalyan mutfağı da Fransız mutfağı da Uzak Doğu mutfağı da yaparım. Yöre yok; “Chez Maman” demek, benim anne evimde ne pişiyorsa, benim mutfağımda o pişer demek.
Burçak, böylesi kokular içinde doğup büyüyünce insan yemeğe ve içmeğe daha mı meraklı oluyor? Hassas burun bu sayede mi olmuş?
Tam tersi. Çok çelimsiz, yemeyen içmeyen bir çocuktum. Bu kadar yemeğin içinde annem yastığıma çikolata bırakırdı yiyeyim diye. Takıntılarım vardı; mesela beyaz peynir, tam yağlı Ezine keçi olacak. Yoksa yemem. Kuş kadar yemek yi- yordum ama çok lezzetli olması gerekiyordu yediğim her şeyin. Yağı, sosu tam kıvamında olacak. Öte yandan Fransa’ya İletişim Pazarlama okumaya gidene kadar bir tane yumurta kırmışlığım yok. Mutfakta annemin bana yaptırdığı tek şey, dolma sararken, “Parmakların ince, sen sar” derdi. Bir de içli köfte…
Ya şarap?
Aslında aklımda küçük yaştan beri mimar olma fikri vardı. Çok uzun süre çizim yaptım, o olmayınca rek- lamcı olayım bari dedim. Ama bu arada babam hep “İçeceksen bizim soframızda, bizim yanımızda iç” derdi. “Şarabı kızımız seçecek” der önüme bir kadeh koyardı. Tabi, ben iki dakikada meşrubata geçerdim. Daha ileri yaşlarda da “Kansızlık var bu çocukta” diye içirirdi bana. Bu arada, oturduğumuz muhit çok rüzgârlı ben 44 kiloyum o dönemler, rüzgâr uçururdu beni.
Üniversite hayatı Fransa’da geçince, şarap ve peynir haliyle sürekli gündemde…
Yer içer oldum, biraz daha normalleşmeye başladım. Ve alakasız tesadüflerle kendimi şarap sektörünün içinde buldum. İlk stajımda düzenlediğimiz etkinlik bir şarap firmasınındı. San Francisco’da arkadaşıma gittiğimde bağları gezdik… Eski eşimle ilk büyük seyahatimiz Toscana’ya oldu. Ama hiç biri bilinçli değil. Üniversiteyi bitirince Türkiye’ye döndüm, ilk işim Paul Pastanesi ürün müdürlüğü. Yemek yemeyen ben, evde makaron yapıyorum, hamur mayalıyorum. Bu arada kısa bir dönem aile işinde benim de deneyimim oldu. Ama aile işinde olmak istemediğimi görünce Fransız Ticaret odasına başvurdum. Bir hafta sonra Türkiye’nin en büyükŞarap ithalatçısında marka müdürü asistanı olmuştum. Figen Adıgüzel’in yanında bir yıl inanılmaz iş yaptım. Figen Hanım okyanusa attı beni. Hem öğrenmek zorunda kaldım hem hevesim arttı. Dışarıdan eğitimler almaya başladım, Londra asıllı bir okulda 3. seviyeden sınava girdim ve takdirle geçtim. Bir ay sonra Türkiye Somelye Yarışması var. Aka- deminin müdürü hiç bir pratiğim olmamasına rağmen beni yarışmaya yönlendirdi. Yarışmaya ilk kadın yarışmacı olarak katıldım. Ve derece aldım. İspanya’da ‘2010 Genç Somelyeler’ yarışmasında Türkiye’yi temsil ettim.
Burçak 2011 yılında tek bir markaya bağlı olmamak için Vinipedia markasını kurar. 2012 yılında İngiltere Liverpool’da Court of Master Sommelier programında sertifikalı somelye programına katılır. Ama lezzet ve koku algısı çok iyi olduğundan hemen sertifikayı alır. Türkiye’de bu programı yapan ilk kişidir. Sonradan programın Türkiye’ye getirilip başkalarının da bu sertifikayı almasına vesile olur.
PEKİ NEDİR ASLINDA SOMELYELİK?
Bugün hala somelye’nin garsonluk olduğu zannediliyor. Hani babam bile soruyor, “Neden ben somelyeyim diyorsun?” diye. Oysa “degüstatörüm” diye gezmek kolay. Tadımcı demek. Bir eğitimi, diploması yok. Somelye, gerçekten benim sertifikasını aldığım bir iş. Hatta şu anda daha yüksek bir programda eğitim görüyorum. Somelye gerçek bir meslek.
Yemek kısmına gelirsek?
Çok geziyorum, yiyorum ve çok keskin bir damak tadım var. Yemeyi içmeyi çok seviyorum ama bir yemek lezzetli değilse, yiyemem.
Belki muhtemelen çocukken de bu keskin damak tadın nedeniyle yemek yemiyordun?
Evet, aşırı duyarlıyım ben. Dolayısıy- la eşleşmeler ve her tür lezzet koku nüansları acayip önem kazanıyor. Uymuyorsa, limonla yumuşatman gerekiyor, tuzu çok kullanıyorsun…
Burçak, Somelye olarak özel tadım sofraları, bağ gezileri düzenliyor, şarap kültürünün tanınmasına katkıda bulunuyor. Ama bu başka bir yazının konusu.
Kaç kişinin annesi sosyal medyayı hakkıyla kullanmıyorsun diye kızar?
Annemin Instagram’da 200 takipçisi olduğu için sevindiği günü hatırlıyorum. Şu an 17K’ya dayanmış . Benimse, yeni yeni 3.000 takipçim oldu. Geçen gün annem Instagram hesabıma bakmış, “Bir aydır bir şey paylaşmamışsın. Oysa bu işin için çok önemli” dedi. Bu arada, hikaye paylaşıyorum. Hem özel bir yemek, bir şey yapmadım son bir ayda. “Stok resmin yok mu, dünyayı geziyorsun, tbt yapar insan bari” diyerek kızdı.
Birlikte bir televizyon programı da çekmiştiniz…
Müjgan: İtalya’dan yeni dönmüştüm. Orada gördüğüm çok yumurtalı bir makarna yemeğini butik makarna fab- rikası olan bir arkadaşımla bizde yapacağız. Burçak beni arıyor Fransız televizyonunun ikimizle röportaj yapacağını söylüyor. Kapalıçarşı’ya falan gidilecek. Ben doğrudan “Olmaz, misafirim var” diyorum.
Uzatmayalım, Müjgan ikna edilir, arkadaşlar iptal edilir. Burçak ve Müjgan ile Fransız televizyonuna çekim yapılır. Devamını Müjgan anlatsın.
Geldiler, bir gün gezildi, bir gün evde ye- mek yapıldı. Çok güzel bir anı oldu ikimiz için. Arada, bu program sürekli yayınlanıyor Fransa’da. Sonra, bu sene tramvayda,karşımda bir kız İngilizce konuşuyor. Di- yor ki, “Ben sizi tanıyorum, televizyon- da izledim sizi.” Ben diyorum ki, “Hayır, ben televizyona çıkmadım.” O da, “Ama o kadar benziyorsunuz ki, sesiniz, konuşmanız, sizsiniz” diyor. Derken kız programı söyledi. O zaman hatırladım. Kız elimi tuttu, “Biz,” dedi, “geçen hafta annemle bu programı izledik. Şu anda İstanbul’a gelme nedenim sizsiniz!”
Mutfak kültürü yok oluyor mu? Çünkü mutfak aslında hayatın geliştiği ve nesillerin bilgeliğinin birbirine aktarıldığı yer. Ama hızlı şehir hayatında kadınlarımız unutuyor mu biraz mutfağı?
Müjgan: Burçak ve çevrem bana çok baskı yaptı, bu yemek bilgilerimi paylaşmam ve ortaya çıkarmam için. Aslında benim bu işe karar verme sebebim annemi kaybet- mem oldu. Evi boşaltıldığı zaman… Annemin manevi değeri olan, çocukluğumdan kalma şeyleri aldım. O zaman, kendimden sonra çocuk- larıma ne bırakacağımı düşünmeye başladım. Benim değer verdiğim şeylerin benim verdiğim değerde kalıp kalmayacağını sorgulamaya başladım. Ve büyüklerimden öğren- diklerimle kendi keşfettiklerimi bu dünyaya bırakmak üzere blog yazmaya karar verdim.
Burçak: Blog değerli tabi, ama benim için tarif defterleri daha değerli. Çizimleriyle, çiçek desenleriyle süslediği defterler…
Gönülden gelen, gönülle yapılan, mutlaka başarıya götürüyor insanı. 24-35 yaş aralığındaki Chez Maman takipçileri takip etmekle kalmıyor, tarifleri uyguluyor, uyguladıklarını paylaşıyorlar. Yemek kültürü, hızlışehir yaşamına rağmen Chez Maman üzerinden yeniden yayılıyor gençlerin arasında. Darısı şarap kültürünün başına.
Dalia MAYA
Bu yazı Şalom Derginin Mayıs 2018 sayısında Dalia MAYA’nın İsimsiz isimli köşesinde yayınlanıştır.
Yorum yazılmamış.